1: Bu benim resmim!

242 19 41
                                    

Gözlerimi manzaraya çevirip derin bir nefes aldım. Şu an Çin Seddi' nde fazla insan olmayan bir kenara oturmuş, hem manzaranın keyfini çıkarıyor hem de elimdeki boş kağıda gözümü kapattığımda karanlıkta ilk beliren şeyi resmediyordum. Resim yapmayı çok severdim. Çocukluğumdan beri en sevdiğim uğraş olan resim hayatıma yön vermiş, yeri geldiğinde öfkemi atmama, yeri geldiğinde ekmeğimi kazanmama yardımcı olmuştu. Açıkçası resimden hiç anlamayan insanların bile fark edebileceği bir yeteneğim de vardı. Ailem de bunu, ben çok küçük yaştayken fark etmiş ve ziyan etmemem için ellerinden geleni yapmışlardı. 8 yaşındayken resim dersinde en sevdiğimiz hayvanı çizmemizi söyleyen öğretmenimiz, çizdiğim geyiği görünce şaşkınlıkla kağıdıma bakakalmış, defalarca "bunu sen mi yaptın gerçekten?" diye sormuştu. Ardından aileme haber vermiş ve yetenekli olduğumu söylemişti. Ailem de beni resim kursuna yazdırmıştı. Yaptığım resmi gördükten sonra "resim yaparsan aç kalırsın, matematik çalış" demedikleri için minnettardım. Lisede de bu konuda büyük desteklerini görmüştüm. Beni güzel sanatlar lisesine göndermişler, yeteneğimi daha da geliştirmem için her türlü olanağı sunmuşlardı. Her günüm boya içindeyken lise son sınıfa geçtiğimde uzun boyum, geniş omuzlarım ve düzgün fiziğimin farkına varıp giyim konusunda kendime dikkat etmeye başlamıştım. Moda dergileri, büyük markaların internet siteleri ve ünlülerin kıyafetlerini takip ederek kendi tarzımı oluşturmuş, moda ve kumaşlar hakkında da hatırı sayılır bilgiye sahip olmuştum. Geleceğimi şekillendiren de bu olmuştu. Üniversitede hem modayla hem de resimle iç içe olmamı sağlayacak moda tasarımı bölümünü tercih etmiştim. Üstelik Kore' de değil, Çin' de okumuştum. Her ne kadar KPop sektörü ile Kore ün kazansa da Çin her yönden daha ünlüydü. 21 yaşındayken yani okulumun bitmesine 1 yıl kala, karın tokluğuna bir terzinin yanında çalışmaya başlamıştım. Geçinmek için aynı zamanda kendi yaptığım manzara tablolarını satıyordum ama terzide çalışmayı asla bırakmıyordum. Okulda öğrendiğim şeyler yeterli değildi. Burada, yaşlı ustamın yanında, pantolon paçaları dikerek başlamıştım ama ustam da bendeki yeteneği fark etmişti ve çizimlerimi hayata geçirmem için fırsat tanımıştı. Zamanla diktiğim kıyafetler o kadar beğenildi ki o minik terzi dükkanı çok ünlü oldu. Genellikle erkek kıyafetleri diksek de isteğe göre kadınlar için de oynatıyordum kalemimi. Terzide çalışmaya başladığımdan beri geçen 6 yıl içinde oldukça fazla müşterimiz oldu. Hatta bazı iş adamları bile sadece benim tasarımlarımı giymeye başladı. O küçük terzi dükkanını büyütüp bir moda evine çevirdik. Birkaç çalışan aldık işe hatta. İyice yaşlanan ustam artık sadece çalışanları denetliyor ve gözlerime minnetle bakıyordu. Eski günlerin aklıma gelmesiyle manzaraya karşı iç geçirdim. Zor günlerdi ama beni ben yapan zamanlardı. Elimdeki fırçayı bırakıp daha ince olanı aldım ve resmimi tamamlamak için kirpikleri eklemeye başladım. Her bir fırça darbesinde daha önce hiç görmediğim bu yüz şekillenirken beni büyülemeye başlamıştı. Eskiden beri yapardım bunu. Ama ilk defa gözümü kapattığım anda bir yüz belirmişti karşımda. İnsan hiç görmediğini birini düşünde göremezdi ama ben bu adamı gözümü kapatınca görmüş ve resmetmiştim. Hayır, tuhaf gelmiyordu. İnsan gün içinde onlarca yüz görüyordu. Bu adam belki otobüste gördüğüm bir simaydı, belki de iş yerime gelen biriydi. Ama tarihi topuzuna bakarsak bir filmde falan görmüş olmalıydım. İnsanları hatırlamasak bile bazen yüzleri aklımızda yer ederdi işte. Bitirince kuruması için kenara bıraktım ve boş günümün keyfini daha fazla çıkarmak için sırtımı kolona yasladım. Yerli, yabancı birçok insan buralarda geziniyor ve fotoğraf çekiyordu. Ben fotoğraf çekmek yerine fotoğrafta çıkabilecek şeyi resmetmiştim zaten ve sık sık boş günlerimde buraya geldiğim için her bir detay beynimin içinde kazılıydı. Telefonumu çıkarıp saate baktım. Öğleyi geçeli çok olmuştu ve sabahtan beri buradaydım. Saatin bu kadar ilerlediğini fark edince midem guruldamaya başladı. Zamanın geçtiğini anlamasam acıktığımı da anlamayacaktım. Kenara koyduğum taşı alıp dikkatlice kutuya yerleştirdim ve sırt çantama koydum. Oturduğum yerden kalkıp bir şey bırakıp bırakmadığımı kontrol ettikten sonra çantamı sırtıma taktım ve ayrıldım oradan.

Long Live the KingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin