Dıt... Dıt... Dıt... Birinin kalbi atıyordu ve makine de bunu doğruluyordu. Bütün vücudum uyuşmuş gibiydi. Neden böyle hissediyordum ya da neden makinenin sesini duyuyordum bilmiyorum. En son Luhan ile beraber uyuduğumuz yatakta dinlemeye çekilmiştim. Sonra ölmüştüm ve Luhan bana sarılıp ağlarken yukarıdan görmüştüm her şeyi. Tıpkı Prens Lu Li' nin ölümünü gördüğüm gibi... Göz kapaklarım iki ton ağırlığındaydı sanki. Açmakta zorlanıyordum. Ama uyanıktım aslında. Sadece gözlerim kapalıydı. Onları da bir açabilirsem neredeyim, neden buradayım anlardım. Bir kez daha kendimi zorladım. Bu sefer başarmıştım. Bulanık olsa da beyaz tavanı görebiliyordum. Ağzımın etrafında bir şey vardı. Ne olduğuna bakmak için elimi kaldırmak istedim ama üstünde bir ağırlık vardı. Hafifçe hareket ettirdim sonra ağırlık kalkıp bağırdı.
"Uyandı! Doktor! Hemşire! Uyandı!"
Annemin sesi kulaklarımı delip geçiyordu. Görüşüm yavaşça düzelirken etrafa baktım. Annem hem ağlıyor hem gülüyordu. Gülümsemeye çalışıp yavaşça elimi kaldırdım. Anneme selam vermek istiyordum. Elim acıyınca üstüne baktım. Damar yolu? Başımı hareket ettirip hortumu takip ettim. Serum takılıydı. Elimi ağzıma doğru attım. Sert bir şey vardı. Sanırım oksijen maskesi. Yavaşça maskeyi indirdim. Ağzımın içi kupkuruydu.
"A-an-"
Öksürük tuttuğunda annem hemen kenardaki sürahiden su doldurup dudaklarıma uzattı. Birkaç yudum içince rahatlamıştım.
"Anne."
Sesimin hırıltılı çıktığını duyuyordum. Sanki başka birinin sesi gibiydi. Ses tellerim uzun zamandır işlevini yerine getirmemiş gibiydi sanki. Acıyordu boğazım. Annem yanıma gelip elini göğsüme koydu. Ağlıyordu hala.
"Yorma kendini canım benim. Sen uyandın ya, artık her gün konuşuruz. Tanrım seni almadı, şükürler olsun."
Babam elinde su şişesiyle içeri girdi. Önce anneme sonra bana baktı ve gözlerini kocaman açıp şişeyi yere fırlatıp bana koştu.
"Uyanmış!"
Babamla sarılırken gülmek geliyordu içimden. Bir şeyleri az çok çözmüştüm. Bir süredir hastanedeydim ve uyuyordum. Sanırım geçirdiğim araba kazasından dolayıydı. Ama gördüğüm rüya aklıma elince moralim bozuldu. Hepsi, Luhan, saray, Hadım Lin, Ana Kraliçe, ölümüm... Hepsi bir rüyaydı. Kim bilir ne zamandır hastanede komadaydım ve bunları da en son müze gezmiş olmamın etkisiyle rüyamda görmüştüm. Aşkım bile rüyaydı. Ama öylesine gerçek hissetmiştim ki şimdi Luhan' dan ayrılmamın acısını çekiyordum. Onu bir daha görmek için uyumam gerekecekti ve bu beni mahvetmeye yeterdi. Babamdan ayrılıp odaya giren hemşireye baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu.
"Ben hemen doktor beye haber vereyim."
Hemşire çıktıktan sonra annem ve babam bana bir şeyler anlatmaya başladı. Sanırım ne kadar korktuklarını söylüyorlardı ama ben onlara odaklanamıyordum. Aklımda Luhan vardı. Onun rüya olduğunu kabullenmek çok zordu. İçeri giren insanlara doğru dönünce şaşıp kaldım. Kısa sarı saçlıydı ve modern kıyafetler giyiyordu ama onu tanıyordum. Yüzü birebir aynıydı çünkü. Hatta şu an bana gülümseyerek bakması bile aynıydı.
"Kral Luhan?"
Doktor önlüğü içindeki Luhan bana doğru gelip çenemi tuttu. Cebinden çıkardığı kalem el feneri gibi bir şeydi. Işığı gözlerime tutup ikisine de baktı. Sonra doğrulup annemlere döndü.
"Hastamız iyi, herhangi bir şok ya da travma da görünmüyor. Artık gözünüz aydın diyebilirim."
Annemle babam Luhan' a teşekkür ederken ben şaşkınlığımı üstümden atamamıştım. Acaba komadayken isimleri duyup rüyamda mı kullanmıştım? Neyin içinde düşmüştüm ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Long Live the King
Fanfiction"...Ama şunu bilmelisin ki Wu ShiXun, yakalamak bizim en iyi yaptığımız şeydir..." Ana Çift: HunHan/HanHun Yan Çift: YiZhan Tür: Tarihi/Dram/Komedi *Geri dönüşümün şerefine... *Smut içerik vardır. *Üç-beş entrika, bir-iki idam falan var.