Dünkü yaşadığım şoku hala atlatabilmiş değildim. Müzede gördüğüm eşyaların sahibi olmam, bana hala imkansız geliyordu. Gerçi 2022 yılındayken bir anda buraya ışınlanmıştım, hiçbir şey imkansız değildi. Ama ne bileyim, tuhaftı işte. Sol elimin işaret parmağındaki yüzüğü çevirip içindeki kabartma yazıyı tenimde hissettim. Eğilip bir süre inceledim yüzüğümü. O gün müzede gördüğüm ve içindeki yazıyı sorduğum yüzük... Derin bir nefes alıp terastan arka bahçeyi izlemeye devam ettim. Buraya geldiğimden beri bu bahçeyi hiç tek başıma gezmemiştim. Ufak bir süs göleti, yemyeşil alanları, renkli çiçekleri ve birkaç tane de kameriye bulunan bu bahçe muhteşemdi. Ayağa kalkıp odadan çıktım. Bugün hizmet bakanı makamıma da uğramamıştım ve hiç canım da istemiyordu. Bugün Komutan Yibo oradaydı. Eminim ki iyi idare ediyordur. Merdivenlerden aşağı inip koridoru geçtim. Büyük arka kapıdan dışarı çıkınca sanki saatlerdir terasta değildim de penceresiz bir odada hapis kalmışım gibi derin nefesler aldım. İçimde bir sıkıntı vardı, bir türlü gitmiyordu. Ellerimi arkada, belimin üstünde birleştirip gölete doğru yürüdüm. Üstünde açmış nilüfer çiçekleri vardı. Eğilip bir tanesinin taç yaprağına dokundum. Kadife gibi yumuşacıktı ve beni rahatlatıyordu.
"Saygıdeğer Kral Eşi?"
Duyduğum sesle doğrulup arkamı döndüm. Zevce Mo sırtında pelerini ile dikiliyordu karşımda. Doğru ya, bugün saraydan gidiyordu. Ben dönünce hafifçe eğildi.
"Gidiyor musunuz Zevce Mo?"
Gülümseyip doğruldu ve bana baktı.
"Ben artık zevce değilim. Lütfen Mo Yu deyin."
Ona ne diye hitap ettiğim çok umurumda değildi açıkçası ama ona böyle söyleyip kalbini kırmak istemiyordum.
"Pekala, Mo Yu."
"Ben gitmeden önce size teşekkür etmek istedim. Özgür olmama yardım ettiğiniz için teşekkür ederim. Şimdi babamın yanında ne kadar özgür olacaksam tabii..."
"Yine de olmak istemediğiniz bu sarayda olmayacaksınız."
Mo Yu yüzündeki gülümsemeyi silip ciddi bakışlarla beni süzdü. Sanki bir anda başkası oluvermişti.
"Size bir iyilik borcum var, müsaade ederseniz şimdi ödemek isterim."
Olanca nezaketimle başımı iki yana salladım. Bu sarayda dileklerim birer emirdi. Neye ihtiyacım olabilirdi ki?
"Hiç gerek yok. Karşılık beklemiyorum sizden."
"Hayır. Gerek var. Borçlu kalmak istemiyorum. Bu yüzden size olan borcumu gerçeklerle ödeyeceğim."
Ne söylediğini anlamıştım. Günlerdir benden saklanan şeyleri kastediyordu. Kaşlarımı çatıp bir adım daha yaklaştım yanına. Bu teklifi geri çevirecek değildim elbette.
"Sizi dinliyorum."
"Prens Lu Li öldü."
Tokat yemiş gibi hissederken şaşkınlığıma engel olamadım. Mo Yu ise sözünü kesmeden devam etti.
"Onu kral öldürdü."
"Ne?"
"Dinleyin. Bu sarayda kimse güvende değil. Siz bile... Kral sizi çok seviyor, evet ama yanınızdayken karşınıza geçmesi bir saniye bile almaz. Prens Lu Li' yi öldürme sebebi olarak ona suikast girişimi olduğundan bahsetti. Ama Prens Lu Li' nin bu olaydan haberi yokmuş sanırım. Bunları biliyorum çünkü suikastı asıl planlayan kişi babamdı. Ana Kraliçe, size ve krala her zaman karşı çıkacağını söyledi. Sizin haberiniz bile yok ama sizi öldürtmek istedi. Kral bunu öğrenince delirmiş olmalı. Prens Lu Li de bir süredir babamın kışkırtmasıyla kral olmak istiyordu. Bunu da öğrenmiş olmalı. Zannımca Kral Luhan, Prens Lu Li' yi herkesin önünde öldürerek annesine ve babama gözdağı vermek istedi. Düşünün, otoritesini kanıtlamak ve kendi öz annesine üstünlük kurmak için öz kardeşini öldürdü. Üstelik kralın prense çok düşkün olduğu söylenir eskiden beri. Çok sevdiği kardeşini gözünü kırpmadan öldüren bir cani size aynı şeyi neden yapmasın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Long Live the King
Fanfiction"...Ama şunu bilmelisin ki Wu ShiXun, yakalamak bizim en iyi yaptığımız şeydir..." Ana Çift: HunHan/HanHun Yan Çift: YiZhan Tür: Tarihi/Dram/Komedi *Geri dönüşümün şerefine... *Smut içerik vardır. *Üç-beş entrika, bir-iki idam falan var.