Şenlik alanına geldiğimde Luhan' ı diktiğim kıyafetler içinde tahtında otururken gördüm. Sol tarafında ana kraliçe ve onun bir basamak aşağısında doğumu yaklaştığı için halsiz görünen Zevce Gu otururken, sağ tarafında uzun zamandır sınır eyaletlerinden birinde olan Prens Lu Li vardı. Herkes yemeğini yiyor ve pirinç şarabıyla kafayı buluyordu. Ama bir tuhaflık vardı. Burada geçirdiğim aylarda birçok şenliğe katılmıştım, ilk defa bu kadar çok görevli asker görüyordum. Üzerinde çok da düşünmek istemedim. Çünkü şu an sevdiğim adama bakıp aşkımdan kafayı yemek istiyordum. Diktiğim hanfu o kadar iyi olmuştu ki, yakışıklılığı on kat artmıştı resmen. Etrafına karizmatik bir aura yayıyordu. Giydiği hanfu gücüne güç katmış gibiydi. Herkes bakmaya bile korkuyordu sanki Luhan' a. Nasıl dalmışsam Hadım Lin' in koluma dokunmasıyla kendime geldim. Beni baş hadım olarak oturması gereken yere doğru sürükledi ve yanındaki yer sofrasını işaret etti. Ben terzilerin yanında oturmayacak mıydım? Hem burası başkasına ait olabilirdi.
"Neden burada oturacağım? Hadımlardan birinin değil mi?"
"Majesteleri, benim yanımda oturmanızı emrettiler. Bu sofra sizin için koyuldu buraya."
Bugün gerçekten bit tuhaflık vardı. Yine de Luhan böyle emir verdiyse bir bildiği vardır diye düşünüp oturdum gösterilen yere. Hizmetçiler ve uşaklar pirinç şarabı servisi yaparken izleniyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Tahtın o tarafa bakınca Luhan ile göz göze geldim ama kraliçenin de sinsi bir gülümseme ile bana baktığını görebiliyordum. Muhtemelen Zevce Gu, kralın eşinin yani kraliçenin oturması gereken yerde oturduğu için zafer kazandığını düşünüyordu. Ama bu benim umurumda değildi. Luhan ile bana zararı olmadığı sürece kim nerede oturmak isterse orada oturabilirdi. Dikkatimi tamamen Luhan' a çevirdiğimde buruk bir gülümseme olduğunu gördüm yüzünde. İlk defa gördüğüm bu ifade beni endişelendirdi. Luhan her zaman kendinden emin dururdu, şimdi neden böyle bir ifade takındığını anlayamıyordum. Luhan başını çevirip şarap kadehini eline aldığında herkes sustu. Luhan' ın konuşma yapacağı belliydi.
"Sevgili saray ahalisi! Bugün sizi burada toplamamızın amacı gücümüzü bir kez daha size sergilemektir. Bu geceden sonra eminiz ki herkes haddini bilecek ve bulunduğu konum ile yetinip sesini kesecektir. Eğlence başlasın!"
Luhan kadehindeki şarabı tek dikişte içtikten sonra o an orada bulunan herkes şarabını içti ve kendi aralarında uğuldamaya başladılar. Sadece Luhan' ın kelimelerini garip bulan ben şarabını sonradan içmeyi akıl edebilmiştim. Luhan tuhaf bir konuşma yapmıştı ve ben ne demek istediğini anlayamamıştım.
"GETİRİN!"
Luhan' ın gür bağırışı ortamdaki uğultuyu bıçak gibi keserken zincir sesleri duyuldu sessizlik içinde. Hemen sonra üstü başı perişan olmuş, elleri ve ayakları zincirlerle bağlı bir adam 5 tane askerin refakatinde şenlik alanına girip genelde dansçıların gösteri yaptığı ama şimdi boş olan alanın tam merkezinde durdu. Mahkum olduğu belliydi ama burada ne işi vardı, anlamaya çalışarak inceledim adamı. Üzerindeki kıyafetler tanıdık geliyordu. Biraz daha dikkatli bakınca ava gittiğimiz gün tüm askerlerin giydiği kıyafetlerin aynısı olduğunu fark ettim. Yanındaki askerlerden biri adamın dizlerinin arkasına vurup diz çökmesini sağladı ve elindeki bir ipek kağıdı açıp yüksek sesle okumaya başladı.
"Burada görülen kişi bir haindir! İsmi Mou Fengbin olan bu adam bundan yaklaşık 7 ay önce büyük bir ihanet planına dahil olmuş ve saygıdeğer kralımız Lu Han majestelerinin canına kastetmiştir. Kendisi av sırasında olay yerinden firar etmiş, kısa süre içinde yakalanmıştır. Aylarca sorgulanmasına rağmen onu kimin tuttuğunu söylemeyen bu hain, bu gece burada herkesin gözü önünde idam edilecektir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Long Live the King
Fanfiction"...Ama şunu bilmelisin ki Wu ShiXun, yakalamak bizim en iyi yaptığımız şeydir..." Ana Çift: HunHan/HanHun Yan Çift: YiZhan Tür: Tarihi/Dram/Komedi *Geri dönüşümün şerefine... *Smut içerik vardır. *Üç-beş entrika, bir-iki idam falan var.