Elim kolum bağlanmış gibi hissediyordum.Evet, içimdeki karmaşayı en iyi açıklayan cümle buydu. Aylardır öğrenmeye can attığım tüm gerçekleri artık biliyordum ancak bunun beni rahatlatması gerekirken omuzlarıma birer yük gibi binmesi normal miydi? Hayır, beklediğim his bu değildi.
On beş dakika olmuş muydu, bilmiyordum. Bir süredir yalnızca sesimi çıkarmadan oturuyordum. Bakışlarım dalgındı, dilim tutulmuş gibiydi. Ağzımı açıp ona, neden anlattın, diye sormak istiyordum. Gözlerimden süzülen yaşları hissediyordum ama bağıra çağıra ağlamak istiyordum. Ne zamandır nefesimi tuttuğumu bilemeyerek dudaklarımın arasından titrek bir nefesi içime çekerken hıçkırdım ve gözlerime ağırlık yapan gözkapaklarımı kapattığımda yanaklarımdan kayıp giden birkaç damla yaşı daha hissettim. Biliyordum, karşımda beni ilgi ve endişe ile inceleyen bir çift göz, tereddütle atan bir kalp vardı ama nasıl bir tepki vermemi bekliyordu?
Bir şey diyemedim, avuçlarımı yüzüme kapatarak dolu gözlerimi ve yanaklarımdan akan gözyaşlarımı gizledim.
“Cemre.” Kısık sesini işiterek boğazımdaki yumruyla zorlukla yutkunduğumda gürültülü nefesini duydum. Belki anlattığından dolayı pişmandı, emin değildim. “Aç gözlerini. Bana bak.”
Dediğini yapmadım. Yapamadım. Beni, ona bu şekilde bakarken görmesini istemedim. Benden bir söz istemişti, ona söz vermiştim. Ezrak ondan kaçmama izin vermeyerek uzanıp bileklerimi kavrayarak ellerimi yüzümden çektiğinde sonrasında pişman olacağımdan emin olduğum, asla yapmamam gereken bir şeyi yaptım ve hayatımda yaptığım en büyük bencilliği yaparak bundan ötürü beni anlamasını istedim.
Ondan kaçtım. İsteyerek. Korkarak.
Aralık gözkapaklarımın arasından onu görebiliyordum. Bakışlarım epey buğuluydu ama oradaydı işte. Hemen karşımda, elleri, az önce ellerimi ondan çektiğim için havada kalmıştı ve yüzü ölesiye gergindi. Yumruk yaptığım ellerimle dolu gözlerimi silmeye çalışıp yeniden hıçkırdım ve Ezrak sertçe yutkunarak ellerini yavaşça iki yanına indirirken gözlerini kaldırarak bana baktı. Yaptığımdan sonra bana hiç olmadığı kadar ifadesiz, sert bakacağını düşünmüştüm ancak öyle değildi. Kahverengi mavi harelerinde parlayan yaşları görerek dişlediğim dudaklarımı araladım ve ben daha nefes bile alamadan arkasını dönerek çıkıp gitmesini izledim.
Gürültülü adım sesleri uzaklaştı, kapının açıldığını duydum ve bir saniye dahi gecikmeden kapıyı sertçe kapattı.
Kucağımın üzerinde yumruk yaptığım ellerimle başıma vurarak kendime olan sinirimle, kimsenin duyacağını umursamadan çığlık attım ve başımdaki ellerimi bu defa saçlarımın arasına geçirdim. İçimde pimi çekilmiş bir bomba vardı. Daha önce hiç hissetmediğim kadar sinirliydim ancak sinirim kimseye değildi, kendimeydi. Sorun değil, diyemezdim ama emindim ki Ezrak da bunu söylememi beklemiyordu. Sorun olduğunu biliyordu, bu yüzden yıllardır evinden o kadar uzaktaydı. Yine de yapmam gereken bu değildi, bana her şeyi anlattıktan sonra hak ettiği ondan kaçmam değildi.
“Ne yapmalıyım?” diye fısıldadım kendi kendime, başımı arkamdaki duvara çarparak. “Ne yapacağım?”
Söz ver, demişti bana. Gerçekleri öğrenene kadar, her şey ortaya çıkana kadar bana tek bir an şüpheyle bakmayacağına söz ver.
Daha fazla bekleyemedim. Parmaklarım telaşla telefonuma sarılırken ikinci kez düşünmeden numarasını tuşladım ve bana cevap vermemesine rağmen defalarca kez onu aradım. Cevap vermemesi önemli değildi, önemli olan onu aradığımı biliyor olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABRAKA
Teen FictionBir kız çocuğu yaralandı, Bir kalp kırıldı, Ve bir kadın; kanayan yerlerinden iyileşmeye çalıştı. Bir adam gitti, Bir kadın kaldı. Ve bir Ateş; harlandı. Sonra koca bir karanlık ikiye yarıldı; bir tarafı maviye, bir tarafı kahveye boyadı. Ortada ik...