İçimde bir şeyler parçalanıyor, bir şeyler yok oluyordu ve bu his her ne kadar beni yiyip bitirse de hafiflediğimi hissediyordum.Omuzlarımdan bir yük kalkıyordu.
Evimde, odamda, yatağımdaydım. Saat henüz erken olmalıydı, güneş tüm aydınlığıyla penceremdeydi. Salık saçlarımı toparlayarak ayaklandığımda evin sessizliği beni şaşırtmamıştı. Evde olmalıydı, bunu hissedebiliyor veya tahmin edebiliyordum.
Odamdan ayrılarak koridora çıktığımda parmaklarım duvarlarda geziniyordu, bana ait olan bir yerde uyanmanın hissi çok başkaydı. Usul usul adımlayarak salona ulaştığımda koltukta oturuyor olduğunu gördüm, arkası bana dönük olduğu için ne yaptığını seçememiştim. Birkaç adım daha atarak orta sehpadaki, ne ara aldığını bilemediğim boş içki şişesine bakarak kaşlarımı çattım. Aç karnına alkol alarak ne yapmaya çalışıyordu?
Başımı iki yana sallayarak önüne geçtiğimde içime doldurduğum tüm nefes aralanan dudaklarımdan dökülürken ona bakakaldım. Koltuğun arkasına yasladığı başına, geriye dökülerek alnını açıkta bırakan siyah saçlarına, iç içe geçmiş uzun kirpiklerine, çattığı kaşlarına ve sıkıca birbirine bastırdığı dolgun dudaklarına bakarken parmaklarımın sızladığını hissettim.
Uyuyordu ve onu savunmasız bulmuşken yanından ayrılmak istemiyordum.
Yavaş hareketlerle yanına oturup ayaklarımı kalçalarımın altına aldım ve yükselerek onu izlemeyi sürdürdüm. Sızlayan parmaklarım havalanarak kömür karası, gür saçlarına karıştı. Onun görünüşünün aksine, oldukça yumuşak saçlara sahipti. Siyah tutamlardan kopan parmaklarım bu kez çattığı kaşlarının arasına yöneldi, huzursuz görünüşünden dolayı alnı kırışmıştı. Burnunun ucuna dek indirdiğim parmaklarımla bir an hareketlense de uyanmadı. Sus çizgisine dokunarak gözlerimi hemen parmaklarımın altındaki koyu renkli dudaklarına diktiğimde, “Bu daha ne kadar sürecek?” diye mırıldandı pürüzsüz bir sesle. İrkilerek kendimi geri çekmek istediğimde bana izin vermeyerek bileğimi yakaladı. “Çünkü o parmaklar bir santim kıpırdarsa kendimi dizginlemeye çalışmayacağım.”
Nefesimi olabildiğince yavaş bir şekilde dudaklarımın arasından bırakarak renkli harelerini kısmasını izlerken, “Uyuduğunu sanıyordum,” diyebildim elinin içindeki avucumu yumruk yaparak. “Saat erken.”
“Uyuyordum,” dedi gözlerini yüzümde gezdirmekten çekinmeyerek. “Sen salona girene kadar.”
Yutkundum. Bana böyle baktığında kaçıp saklanmak istiyordum. “Uyandırmak istememiştim,” diye mırıldandım bakışlarımı kazağının açık yakasından görünen esmer tenine dikerken. “Yorgun olmalısın.”
Başını iki yana salladı ve kaşlarını kaldırdı. “Mutfak tezgâhının üstünde poşetler var. Bir şeyler ye.”
Ne ara markete gidip de alışveriş yaptığını sorgulamadım. Ayaklanarak salondan ayrıldığımda adımlarım mutfağımıza yöneldi bu kez. Renkli dolaplara hüzünlü bir bakış atarak masanın üstündeki poşeti kurcalamaya başladığımda paketlerin arasında dikkatimi çeken kavanozla yüzümde önüne geçemediğim bir tebessüm oluştu.
İncir reçeli almıştı.
Kavanozu açarak biraz ekmekle beraber karnımı doyurduğumda sokaktaki sesleri duyabiliyordum, çocuklar oyun oynuyor olmalıydı. Bizim mahallemiz hep cıvıl cıvıl olurdu zaten. Benim de çocukluğum bu sokaklarda koşuştururken geçmişti.
Mutfaktan çıkarak dünden beri kaçtığım odanın önünde durduğumda soluklanarak kapının kulpunu kavradım. Korkuyordum. Bu evde, yalnızca şu an önünde dikildiğim odaya girmeye korkuyordum. Delirmekten, odada annemi ve babamı arayacağımdan korkuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABRAKA
Teen FictionBir kız çocuğu yaralandı, Bir kalp kırıldı, Ve bir kadın; kanayan yerlerinden iyileşmeye çalıştı. Bir adam gitti, Bir kadın kaldı. Ve bir Ateş; harlandı. Sonra koca bir karanlık ikiye yarıldı; bir tarafı maviye, bir tarafı kahveye boyadı. Ortada ik...