İnsanlar, doğumlarından itibaren önüne sunulan iki yoldan birini seçmek zorundadırlar. İyi olmak ya da kötü olmak. İyilik ya da kötülük. Cennet ya da Cehennem.Cennete girebilecek kadar iyi bir insan değildim ama kendi doğrularımı savunmaktan asla bıkmamıştım.
Affedilemeyecek duygular vardı. Öfke geçerdi. Kırgınlık geçerdi. Kin geçerdi. Belki nefret bile geçerdi ama ihanet... İhanet affedilemezdi.
Bir elin parmağını geçmeyecek kadar kişiyi aldığım hayatım darmadağın olmuştu. Aylarca sırlarımı açtığım, Okan'a duyduğum öfkeyi, çocukluğumun çektiğim özlemini anlattığım, ilk kez dostum dediğim insan, bana ihanet etmişti.
Ellerim titriyordu. Lanet olsun ki ellerim çok titriyordu ve onun canını yakmadan geçmeyecekti, biliyordum. Sesim soluğum çıkmıyordu, tam anlamıyla hayattan elimi eteğimi çekmiş gibiydim. Bir kapı açıldı, sonra sırtımda bir el hissettim. Beni çekiştirerek odaya sokarken dudaklarının kıpırdadığını görüyordum, konuşuyor muydu? Duymuyordum. Saniyeler sonra yatağa oturtuldum, gözlerimin önüne Çağlar'ın endişeli yüzü girdi. Beni girdiğim şoktan çıkarmaya çalışıyordu. Ellerini yüzümün önünde salladı, kollarımı sarstı ve sonra yanağımda hissettiğim acı, kulaklarımdaki uğultunun geçmesini sağladı.
“Siktir!” diye inledi dehşetle. “Bana cevap ver Cemre!”
Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım, bana vurmuş muydu? Umursamadım. Çağlar'a bakmayı sürdürürken yerinden kalkarak yanıma oturdu ve beni ona bakmam için zorladı. “Cemre... Cemre ellerini aç.”
Kaşlarım çatıldı. Gözlerim bu kez kucağımdaki ellerime kaydığında parmaklarımın arasından sızan kanı gördüm, tırnaklarımı avuçlarıma saplamış olmalıydım. Dehşetle soluklanırken yumruklarım sıkıldı, canımın acısı umurumda olmadı. Çağlar birkaç küfür daha mırıldanarak telefonuna uzanırken ellerimdeki gözlerimi kapıya çıkardım. Sesleri duymamış olması imkânsızdı. Ama o gelmemişti.
Omuzlarım sarsıldı, şu an giderek tüm nefretimi onun yüzüne haykırmak istiyordum; bana engel olan bedenimdi. Aklım durmuş gibiydi. Hareket etmek, konuşmak, soluk almak dahi istemiyordum. On dokuz sene boyunca defalarca kez yaralanmış bir kız, daha kaç darbeyi kaldırabilirdi?
Kaldıramıyordum.
Çağlar telefonu bırakmadan küfürlerine devam ederken, “Açmıyor,” diye tısladı sertçe. “Cemre, bana bak. Ona başka nereden ulaşabilirim, biliyor musun?”
Yutkundum, o elbette telefonunu açamazdı çünkü bugün yere fırlatarak onu paramparça etmişti. Çağlar birkaç tuşa basarak gerginlikle telefonu yeniden kulağına yaslarken derin bir nefes verdi ve gözlerini devirdi. “Nihayet değişik çalışan beynim bir işe yaradı.”
“Çağlar?” Karşı taraftan onun sesini duydum, beni her zaman kendime getiren sesi bile dönüp telefona bakmama neden olmadı. “Neden Cemre'yi arıyorsun?”
Ah, benim numaramı aramış olmalıydı ve telefonum arabadaydı. Avuçlarımın acısıyla yüzümü buruştururken, “Sırası değil,” dedi Çağlar, panikle. “Buraya gelmen lâzım. Cemre... Ben onu kendine getiremiyorum.”
Ağız dolusu küfürlerini işittim. Çağlar'ın söyledikleri yanlıştı, ilk defa bu kadar kendimdeydim. Ağlamadım, ağzımı açıp tek kelime etmedim. Hayatımdaki beşin biri yalandı. Sahteydi, ihanetti. En başından beri sadece Kapan’da çalıştığım için peşimdeydi belki. Ezrak'ın bir gün geri geleceğini biliyordu. Onunla bir uygulamada tanışmıştık, beni bulan oydu. Kendimi böylesine açtığım ikinci insan, en başından beri beni bir amaç uğruna kullanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABRAKA
Teen FictionBir kız çocuğu yaralandı, Bir kalp kırıldı, Ve bir kadın; kanayan yerlerinden iyileşmeye çalıştı. Bir adam gitti, Bir kadın kaldı. Ve bir Ateş; harlandı. Sonra koca bir karanlık ikiye yarıldı; bir tarafı maviye, bir tarafı kahveye boyadı. Ortada ik...