Bölüm 11: "Kabuk Bağlayan Yaralar"

141 9 36
                                    


Kalbimin kaburgalarıma her çarpışı bir melodiydi. İki ay öncesine kadar aldığım solukların sesini duyamazdım oysa. Onun yanındayken hızlanan kalbim, başlı başına bir şarkı gibiydi.

Cemre...

Dün, bana ilk kez adımla seslenmişti.

Oturduğum koltuktan doğrulup televizyonun sesini kısarken gürültülü nefeslerini buradan duyabiliyordum. Ayağa kalkıp üzerimdeki gömleği iyice çekiştirerek salondan ayrıldığımda, içimde aşina olduğum bir panik vardı.

Koridorda iki adım ilerlemem, onu görmeme yetti. Kapının üstüne tutunmuş, kendini yukarı çekiyordu. Yutkunarak nemli esmer tenine bakarken kaşlarını çatarak gözlerini kısmıştı ve yaptığı işe oldukça odaklanmış gibi görünüyordu. Sol ayağını sağ ayağının arkasına yaslamış, dizlerini hafifçe kırarak hareketlerini kolaylaştırmıştı aksi hâlde ayaklarının yere değeceğini tahmin etmek zor değildi. Boyu hayli uzundu.

Hemen yanında, kapının pervazına yaslanırken derin bir soluğu dudaklarının arasından bıraktı ve gözlerini açarak bana baktı. Yanındaki en ufak bir hareketlenme dikkatini çekiyordu. Kendini yere bırakarak sağlam adımlarını zemine bastığında bana diktiği gözleri dizlerimin titremesine sebebiyet vermişti, yaslanmasaydım düşebilirdim.

“Ne?”

Sorduğu soruyla kaşlarım havalanırken dik bakışlarına karşılık vermeye çalıştım. Bir an bana çok yakın davranırken, birden aramıza tonlarca betonu yığıyormuş gibiydi. “Ne ne?”

Odasına girerek bu kez kum torbasının karşısına geçerken ben de peşinden ilerliyordum. Canım sıkılmıştı ve şu an konuşabileceğim tek insan oydu. “Bir şey mi oldu?”

“Hayır,” dedim omuz silkerek. “Seninle konuşmam için bir şey mi olması gerekiyor?”

Dudaklarını büzerek sessiz kaldı. Eline bir bandaj sararak kum torbasının karşısına geçtiğinde hâlâ onu izliyordum. Çalışmaya başlayacakken çalan telefonu ona engel olmuştu. Gözlerini bayarak ağzının içinde bir şeyler gevelemeye başladığında küfrettiğini anlamıştım. Beni görmezden gelmesi sinirlerimi bozarken ilerleyerek yatağa oturdum. Sırtımı yatak başlığına yaslayarak bacaklarımı uzattım ve sıkkınca onun geniş odada turlayışını izlemeye başladım.

“Ne var Kalender?”

Kalender'le çok sık konuşuyorlardı, bunun farkındaydım. Ezrak saçlarını dağıtarak boştaki elini beline koyarken, “Olmaz,” dedi kesin bir sesle. “Birkaç gün sonra dikişleri alınacak.”

Benden mi bahsediyorlardı? Yine ve yine benim haberim yoktu. Sinirle yerimde doğrulup soluğu yanında alırken, bana verdiği ağrı kesiciler sayesinde bu kadar kolay hareket edebildiğimin farkındaydım. Parmak uçlarımda yükselerek kulağındaki telefona yaklaşmaya çalışırken bana ters ters bakarak bir iki adım geriledi. “Evet, bayağı iyi.”

Benden kaçmasıyla kaşlarımı çatarak bir kez daha ona yaklaştığımda telefondan ses gelmediğini fark ettim. Kapatmış mıydı? Burnumdan soluyarak geri çekilmek istediğimde belime sarılan kolu beni doğrudan sert bedenine bastırmıştı. Yutkunarak ellerimi teslim olur gibi kaldırırken, “Şşt,” diye mırıldandı gözlerini kısarak. “Kız çocukları hep böyle yaramaz mı olur?”

“Ben on dokuz yaşımdayım.”

Gözleri parladı. Verdiğim cevap üzerine bana doğru eğilerek sıcak nefeslerini yüzüme bırakırken telefonu tuttuğu elini yüzüme yaklaştırarak saçlarımı geriye attı. “Büyüdüm diyorsun yani.”

ABRAKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin