Bölüm 3: "Zorunluluk"

217 14 7
                                    


Bana kalan kırık bir kalpti şimdi.

Hayatım boyunca çok yıpranmış, çok incinmiştim. Annem ve babam çocukluk sürecimde daima yanımda olmuşlardı, eğer şansları olsaydı şu anda da yanımda olacaklarını biliyordum. Annemle birlikte mutfağa girip çeşit çeşit tarifler denememize, babamla bıkmadan kitap okumamıza, film izleyip onları birlikte yorumlamamıza, hele ki havanın soğukluğuna aldırmadan her hafta sonu balığa gitmemize bayılırdım. Güzel anılarımız vardı ama bana yetmiyordu. Vaktimiz varken daha fazlasını biriktirmek isterdim.

Aslında ben, o gece Giresun yoluna hiç çıkmamış olmalarını isterdim.

Dudaklarımı ısırarak yanaklarımdaki gözyaşlarımı kuruladım, ellerimin arasındaki resim yeterince yıpranmıştı. İkisinin arasındaki hâlime bakarken asıl değişen şeyin bakışlarım olduğunun farkındaydım. Kadraja bakan kızın mavi gözleri öylesine canlı, öylesine hayat doluydu ki, onun ben olduğunu düşünmek çok zordu. Şimdiyse aynaya baktığımda görüyordum. Harelerim buğulu, bakışlarım kırıktı hep. Üç kişinin acısını taşıyordu yüreğim, dayanamazdı ki bu kadarına.

Annem ve babam ailelerinin rızası olmadan evlendiklerinden onların ardından kimsem kalmamıştı. Babamın kardeşi yoktu, yani gidebileceğim bir halam veya amcam olmamıştı. Onların ardından kimse bana bir yardım eli uzatmadığındaysa istenmediğim yerde yaşamak istemeyeceğimi bilerek hiçbirine yanaşmamıştım. Tek başıma zar zor atlattığım bir senenin ardındansa, lisede bana elini uzatan Okan olmuştu.

Sonra o da gitmişti.

Değer verdiğim kimse tutunamıyordu.

Dolu gözlerimi bir kez daha silerek elimdeki fotoğrafı göğsüme bastırıp derin bir nefes aldım. Ağlamaktan başım ağrımıştı. Oturduğum parktan kalkarak bana yan gözlerle bakan küçük çocukları umursamadan hızlı adımlarla Kapan'a yöneldim. Park, buraya yirmi dakika uzaklıkta olmalıydı. Yarı koşar adımlarla erittiğim yolun ardından çift kanatlı kapıyı ittirerek açtım ve gözlerimi yeniden sildim, bir kez ağlamaya başladığımda durmam zor oluyordu. Ya acım çoktu, ya da beni avutacak birilerini bekliyordum.

Ellerimi gözlerimden indirirken çarptığım bedenle geriye sendelediğimde yumruklarımı yavaşça iki yanıma bıraktım ve karşımdakine baktım. Acıyan gözlerim, onun kahverengi mavi harelerine değerken beni kısaca inceleyerek düz düz suratıma bakmaya başladı. "Bir sorun mu var?"

Bunun öylesine sorulmuş bir soru olduğu o kadar barizdi ki, sanki anlatmaya başlasam anında kaçacaktı. Reddederek başımı iki yana salladım ve bir şey demeden yanından geçmek adına hareketlendim. Adımları sola yönelerek önüme geçerken burnumun dibindeki geniş göğsüne baktım, kafamı kaldırıp ona bakamayacak kadar yorgundum. "Ne oldu?"

"Kalender seni arıyordu," dedi ellerini kotunun ceplerine sokarken. "Ona bir görünsen iyi olacak."

Dalgınca başımı salladım. "Peki. Teşekkür ederim."

"Vorrei chiedere." *Rica ederim.*

Tok sesi ana dilini hoş bir tınıyla vurgularken gözlerim yüzüne çıktı, farkında olmadan İtalyanca konuşuyor gibiydi. Eh, asıl dili olduğu için onu yadırgamıyordum ama sevdiğim bu dili bir başkasının ağzından duymak beni çocuksu bir sevince boğuyordu.

Sarsak adımlarım Kalender'in odasına yönelirken kapısını tıklatarak ondan gelecek komutu bekledim. İstediğim cevapla birlikte kulpu indirip içeriye girdiğimde kapıyı ittirdim ancak Ezrak kapıyı yakalayıp kapanmasını önledi. Kendisi de odaya girip rahat bir tavırla masanın karşısındaki koltuklardan birine kurulduğunda ayaklarını ortadaki sehpanın üzerine uzattığını görmüş, kaşlarımı kaldırmıştım ancak o bizi takıyor gibi görünmüyordu.

ABRAKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin