Bölüm 16: "Kül Anılar"

117 7 52
                                    

Karanlığın üzerimizi tüm siyahlığıyla örttüğü yerde, gecenin bir yarısı bahçede yüz yüze beklerken Ezrak elleriyle yanaklarımı sıkıca kavramış, gözlerini suratımda gezdiriyordu. Tehlikeliydi. Yakınlığı tehlikeli, kışkırtıcıydı ve ciğerlerime dolan erkeksi kokusu, dudaklarıma çarpan sıcak nefesleri içinde bulunduğumuz durumu hepten zora sokuyordu.

Dudaklarımın arasından titrek bir nefes vererek bileklerindeki ellerimi göğsüne indirdim ve havanın sertliğine rağmen cayır cayır yanan bedenine yasladım parmaklarımı, benden derhâl uzaklaşması gerekiyordu. Onu ittirerek aynı anda ben de gerilediğimde göğsümde acı bir ağrı vardı. Kaburgalarım sıkışarak içime dolduracağım havayı kısıtlarken Ezrak sert bir soluk verdi ve saçlarını dağıtarak karanlıkta tüm ihtişamıyla parlayan renkli harelerini üzerime dikti.

Gözlerinde çok şey saklıydı.

Bakışlarım gözlerinden koparak yüzündeki yaralarda dolaşırken bu kadarıyla kurtulduğunu düşünmüyordum, muhtemelen o adamla ölesiye dövüşmüşlerdi ve bedeninde birçok hasar vardı. Kendime geldiğimi hissettiğimde aralık kapıya bakarak mırıldandım. “Yaralarına pansuman yapsak iyi olacak.”

Ona dönmeden eve doğru adımlamaya başladığımda peşimden geldiğini işitmiştim. İçeriye girerek doğrudan banyoya geçerken Kalender ev için deterjan, sabun, şampuan ve ilk yardım malzemeleri gibi gerekli şeyleri ayarladığından memnundum. Başlarda evime girilecek olması fikrini hoş karşılamasam da Kalender'e çok şey borçluydum.

Dolaptan ufak çantayı alarak salona geçtiğimde camın kenarında, mermere yaslanıyor olduğunu gördüm. Elleri pantolonunun ceplerinde, kafası öne eğikti ve alnına dökülen siyahımsı saçlarından yüzünü göremiyordum. Sessiz kalarak ona doğru ilerledim ve çantanın içinden ihtiyacım olanları alarak onu koltuğun üzerine bıraktım. Önüne geçerek başını kaldırmasını sağladığımda salonda yalnızca nefes seslerimiz duyuluyordu. Bir de kendine tatlı bir ritim tutturan kalbimin sesleri tabii.

Yüzünde kuruyan kanları dikkatlice temizleyip kaşına ufak bir bant yapıştırırken yaranın dikiş gerektirdiğini düşünsem de ses etmedim, iki dikiş attırmak için hastaneye gidecek bir adam değildi. Kısa sakallarının arasından görebildiğim yaraları da temizleyip kremleyerek dudaklarına yöneleceğimde onun da duraksadığını hissettim. Hayır, kalbimin gümbürtülerine karışan bir ses daha vardı yankılanan.

Bir an için elimi göğsüne yaslayarak duyduğum sesin gerçekliğini test etmek istedim ama yapamadım. Duraksayan hareketlerimi devam ettirerek baş parmağımı alt dudağına yasladığımda gözlerimiz büyük bir şiddetle çakıştı ve derince soluklanarak oradan akan kanı sildim. Parmak uçlarım karıncalanarak hissizleştiğinde dudaklarıma buruk bir tebessüm oturmuştu. “Kim yaralarımdan öpmeye kalksa dudakları acıyor.”

Kısık gözleri dalgın gözlerimi yakalarken dudağına değen parmaklarımı kavradı. “İyileşiyor mu yaraların?”

Gülümsedim, yeniden. Ama daha gerçek, daha samimi bir tebessümdü bu. “İyileşiyor yaralarım.”

“Yine öperim o hâlde,” dedi duraksamadan. “Ne kadar acıdığını, kaç kez yaralandığını umursamam.” Yüzü saniyeler içinde avucuma gömüldü ve sakallarını elimin içinde hissederek huylandığımda belli belirsiz dikiş izimin olduğu yere bastırdı dudaklarını. “Parçalanana dek öperim dudaklarım.”

Yutkunurken canımın yandığını hissettim. Ezrak... O kimdi? Kalbimdeki, içimdeki etkisi neden bu kadar büyüktü? Bir bakışı tüm benliğimi titretebiliyorken daha fazlası nasıl beni nefessiz bırakıyordu?

ABRAKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin