Masmavi gökyüzü havanın kasvetiyle açık bir griye boyanmış, mahalleye bir sessizlik çökmüştü. Saat bayağı erken olmalıydı. Gece uyuyamayınca bahçedeki salıncağıma kurulmuş, saatlerce burada sallanmıştım.
Üzerimdeki örtüye iyice sarılıp tenimin buz kestiğini hissederek bacaklarımı indirdim ve ayaklandım. Cebimdeki anahtarı çıkarıp sessizce kapıyı açtığımda içeriden gelen sesleri duyarak uyandığını anladım. Genelde erken saatlerde kalkıyor, fazla uyumuyordu. Bunu biliyordum. Omuzlarımdaki örtüyü koltuğun üzerine bırakıp kızaran parmaklarımı ovuşturarak sesin kaynağına ilerlediğimde mutfakta olduğunu gördüm. Ocağın başındaydı. Birkaç adımda yanına ulaşarak ne yaptığına bakarken istemsizce gülümsedim ve ona döndüğümde yan gözlerle bana bakıyor olduğunu gördüm. “Patates kızartmasını sevdiğimi biliyor muydun?”
“Geçen gün tüm restorana söyledin,” diye mırıldandı ince bir alayla. “Yani evet, biliyordum.”
Gülümseyerek gözlerimi devirdim, keyifli olduğu zamanlar sayılıydı ve şu an o anlardan biriydi. Daha çok konuşuyor, her ne kadar tastamam bir tebessüm olmasa da daha çok gülümsüyordu. Şansımı zorlayarak kaşlarımı kaldırdım. “Benim için yaptın o hâlde?”
“Ölme diye yaptım,” dedi beni taklit edip gözlerini devirirken. “En son iki gün önce yemek yedin çünkü.”
“Hiç de bile.”
Beni kaile almayarak tavadaki patatesleri tabağın içine aktardı ve masaya koyarak kaşlarıyla sandalyeyi işaret etti. Onu dinleyerek sandalyeye yerleştim ve yüzümü ellerimin arasına alarak önüme ittirdiği tabağa baktım. “Annem çok güzel yapardı bunu,” diye mırıldandım tebessümümü bozmadan. “Hep onu hatırlarım gördüğümde. Sanırım bu yüzden patatesi çok seviyorum.”
Sessizce beni dinleyerek gözlerini yüzümde gezdirdi ve derin soluğunun ardından mutfaktan ayrılmak adına hareketlendi. “Yemeğini ye.”
“Tek başıma mı yiyeyim?” diye sordum usulca, gitmesini istemiyordum. “Sen yemeyecek misin?”
Ona uzattığım patatese bakarak gözlerini kıstı, bu sahneyi daha önce de yaşamıştık ama bu kez teklif eden bendim. Ezrak ona uzattığım patatesi beyaz dişleriyle kavrayarak dirseklerini masaya yasladı ve nefeslerimi boğazıma dizecek bir şekilde dudaklarını yalayarak ağır ağır yutkundu. Gözlerimi yüzünden çekerek boynunda sallanan zincire, ağırlığını kollarına verdiğinden dolayı hacim kazanan kollarına bakınırken onun da beni izlediğini biliyordum.
Aramızdaki gergin sessizliği bozmak adına bir şeyler söylemek istedim ama çalan telefonu buna engel oldu. Kahverengi mavi hareleri konuşmak adına araladığım dudaklarıma düşerken sert bir soluk verdi ve hızla yerinde doğrularak cebinden telefonunu çıkardı. Ekrana bakmasıyla çenesi kasılırken telefonu kulağına yasladı ve mutfaktan çıkmak için hareketlendi. “Sì?”
İtalyanca kiminle konuştuğunu merak ediyordum. Ailesi olabilirdi ama henüz ona özelini soracak kadar cesur hissetmiyordum. Tersi pis bir adamdı ve bana patlamasını istemezdim. Tabağımı bitirmeden ayaklanıp salona gittiğimde camın önünde sigara içiyor olduğunu gördüm. Sinirlenmişti.
Adım seslerimle birlikte başını çevirdi ama bana bakmadı. Profilinden görünen mavi gözüne ve dudaklarının arasındaki sigaraya bakınırken, “Tabağını bitir,” diye mırıldandı düz bir sesle. Omuz silkerek ona doğru ilerlemeye devam ettim ve havaya üflediği dumanı izledim. Ona iyi gelen şeylerden biri de dövüştü, belki bu şekilde onu sigara ve alkolden uzak tutabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABRAKA
Teen FictionBir kız çocuğu yaralandı, Bir kalp kırıldı, Ve bir kadın; kanayan yerlerinden iyileşmeye çalıştı. Bir adam gitti, Bir kadın kaldı. Ve bir Ateş; harlandı. Sonra koca bir karanlık ikiye yarıldı; bir tarafı maviye, bir tarafı kahveye boyadı. Ortada ik...