Gün geçtikçe kendimi başımızın belaya girmeyeceğine dair şartlamaya çalışırken mutlaka bir engel çıkıyor, koca bir duvar sorgusuzca aramıza yığılıyordu.
Ben artık sadece sevdiğim adamla huzurlu bir hayat istiyordum.
Korku dolu gözlerim çabucak onun kahverengi mavi harelerine yönelirken, “Suçlama?” diye sordu Ezrak, sesi ifadesizdi. “Kim diyor?”
Polis memuru kaşlarını çatarak ellerini beline koydu. “Cevaplarınızı karakolda alırsınız.”
Ezrak üzerini giyinmek adına odaya geçtiğinde ben de hızla peşinden ilerledim. Yatak odasına girerek dolabın önüne geçtim çünkü bana bakmıyordu, bu şekilde olmasını istemiyordum. Ellerimi göğsüne yaslayarak gözlerine bakarken, “Ne olacak?” diye sordum korkuyla, sesim kısıktı. “Silah orada Ezrak! Parmak izlerini bulacaklar.”
“Sadece sakin ol ve evden dışarıya adım atma.” Ezrak üzerine tişörtünü giyinerek gözlerini üzerime dikti. “Bir şey olmayacak. Bana inanmıyor musun?”
Burnumu çekerek başımı iki yana salladım. “İlk defa sana inanmıyorum.”
Dudaklarını ıslatarak saçlarını parmaklarıyla dağıtırken ellerine baktım. Eklemleri yaralıydı ve suçunu inkâr etmiyordu, beni korkutan buydu. Ezrak o adamı öldürmüştü ve pişman değildi, bu durum bize zorluk çıkarırdı. Gözkapaklarımı gözlerimin üzerine örterek dudaklarımı ince tişörtünün üzerinden omzuna bastırdığımda, “Bu durumun geri dönüşü yok, biliyorum,” diye mırıldandım, sesim titriyordu. “Ezrak ne olursa olsun kendini savun, lütfen. Ben beni bırakmana dayanamam. Seni de kaybetmeye dayanamam.”
Büyük, gürültülü bir nefes verdi. Haykırarak ağlamak istiyordum ama şimdi değil, ondan sonra ağlayacaktım. Şimdi ağlarsam kendini kötü hissederdi, durumunu zora sokardı ve bunu istemiyordum. Kollarını belime sararak bana sıkıca sarıldığında ben de kollarımı boynuna sarmıştım ve ondan daha sıkı sarıldığıma emindim. Bugün başıma silah dayanmıştı ancak o an içimde korku bile yokken şimdi onu kaybedeceğim korkusundan zangır zangır titriyordum.
Beni saçlarımdan öptüğünde gülümsemeye çalışarak hemen dudaklarımın altındaki boynuna uzun bir öpücük bıraktım. “Vieni presto, l'uomo che amo.” *Çabuk gel sevdiğim adam.*
Ezrak gözlerini gözlerimde gezdirerek odadan ayrıldığında sertçe yutkunarak peşinden ilerledim. Polis memurlarından biri belindeki kelepçeyi çıkarırken, “Bu gerekli mi?” diye inledim acıyla. Gözlerim dolu doluydu, ağladı ağlayacaktım. “Yanlış bir şey yapmadı ki o!”
Yalan söylemiyordum. Ezrak yanlış bir şey yapmamıştı.
Beni umursamadıklarında gözlerimi kapatarak onları izlemeyi bıraktım. Kelepçe sesi duyuluyordu, muhtemelen onun bileklerine takmışlardı ve bunu görmek istemiyordum. Kapı kapatıldığında dizlerimin bağı çözüldü ve kendimi yere bırakırken yaralarımın acımasını önemsemedim. Sıkı sıkıya mühürlediğim dudaklarım aralandı, dudaklarımdan yükselen hıçkırıkla omuzlarımı sarsarak ağlamaya başladığımda saçlarımı çekiştirerek kendi canımı yakmak istedim. Ben ne zaman onun canını kendi canım bellemiştim?
Sinirlenerek yumruk yaptığım elimi sertçe parkeye geçirirken eklemlerim sızladı, umursamadım. Tırnaklarımı yanaklarıma saplarcasına bastırarak yüzümü avuçlarıma yasladığımda gözlerim koltuğun üzerindeki telefona takıldı. Dizlerimin üzerinde sürünerek koltuğa yaklaştım ve telefonumu ellerimin arasına alarak hızla ihtiyacım olan numarayı tuşladım. Kendimi istediğim kadar paralayabilirdim ama aynı anda ona yardım etmeliydim. Son zamanlarda olanlar o kadar üst üste gelmişti ki aklım olaylara yetişemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABRAKA
Novela JuvenilBir kız çocuğu yaralandı, Bir kalp kırıldı, Ve bir kadın; kanayan yerlerinden iyileşmeye çalıştı. Bir adam gitti, Bir kadın kaldı. Ve bir Ateş; harlandı. Sonra koca bir karanlık ikiye yarıldı; bir tarafı maviye, bir tarafı kahveye boyadı. Ortada ik...