Bölüm 10: "İki Kutsal Hece"

128 8 16
                                    


Daha önce çok fazla canımın acıdığını düşünürdüm.

Ama fiziksel olarak acı, hiç bu kadar gerçek olmamıştı.

Gözlerimi açamasam da etrafımdaki sesleri duyabiliyor, neler olduğunu anlayabiliyordum. Bir elim hâlâ çakıyı çıkartmadıkları belimdeydi. Parmaklarımın üzerine bulaşan sıcak sıvıyı hissedebiliyor ve korkuyordum.

Kalbim çok acımıştı. Ruhum çok acımıştı ve beni hiçbir şeyin daha fazla yaralayamayacağını düşünmüştüm.

Yanılmıştım.

O adamın çakıyı düşünmeden bana saplayabileceği aklıma gelmemişti.

“Açın kapıyı,” diye bağırdığını duydum Kalender'in. “Araba hazırlayın çabuk!”

Bir çift elin beni belimden ve bacaklarımın altından tuttuğunu hissettim, onun kim olduğunu biliyordum çünkü ne olursa olsun güvende hissediyordum. Her türlü bağırışı duymuştum ama o hiç konuşmamıştı. Hareket eden bedenimle birlikte acı daha da hissedilir olduğunda dudaklarımdan tutamadığım bir inilti firar etti. Başımı daha fazla dik tutamayarak serbest bıraktığımda mırıldandığı küfrü duydum ve gülümsemek istedim. İsteyerek veya istemeyerek de olsa ona alışıyordum.

Dakikalar sonra bedenime nüfuz eden soğukla dışarıya çıktığımızı anlayarak gözlerimi aralamayı denedim. Lanet olsun, canımın bu kadar acıması normal miydi? Dişlerimi birbirine bastırarak sesimi çıkarmamak adına uğraşırken, “Nereye gideceksiniz?” diye sorduğunu işittim Kalender'in. “Bir doktor ayarlayabilirim.”

“Bıçak belinin arkasında,” dedi sertçe. “Boşluğa değil, böbreğine denk gelmiş olabilir. Hastaneye gideceğiz.”

Bu kez gerçekten güldüm. Gözlerimi açamasam da bana baktıklarını tahmin edebiliyordum. Ellerimi belime bastırmayı sürdürürken, “Soranlara ne diyeceksin?” diye sorabildim kısık bir sesle. Nefes almaya çalıştım. “Kafes dövüşlerini mi anlatacaksın?”

Ellerimin yanındaki yaraya bastırılan bezi hissettim. “En yakın hastane nerede?”

Beni dinlememesi sinirlerimi bozarken, “Olmaz!” dedim daha yüksek bir sesle. Dudaklarımdan dökülen her harf canımı yakıyordu. “Kapan'ı ele vermeyeceksin.” Zorlukla aralayabildiğim gözlerim onu net seçemiyordu ama parlak gözlerini görebilmiştim. “Lütfen. Kapan'ı ele verme.”

“Aptal,” diye fısıldadı sertçe. Göğsü hızla yükselip alçalıyordu. “Aptal! Çağlar'ı arayın, doktor arkadaşı var. Acele et Kalender!”

Ne ara arabaya binmiştik, Çağlar'a haber vermiştik bilmiyordum, ara ara dalıyor olmalıydım. Soğuk yeniden beni üşütmeye başladığında arabadan indirildiğimi anladım. Bir binaya girdiğimizi yarı açık gözlerimle görebilmiştim. Başım dönüyordu, uyumak ve hiç uyanmamak istiyordum.

Etrafımdaki seslerin artması, yumuşak bir yere yatırılmam, kolumda hissettiğim hafif acı... Hepsi peş peşe oluyordu ve hızlarına ayak uyduramıyordum. Ara ara Ezrak'ın ettiği küfürleri duyuyor ama ona bakamıyordum. Damarlarımda dolaşan bir şeyler beni yalnızca uyumaya, dinlenmeye teşvik ediyor gibiydi. Kulaklarımdaki uğultu yerini bir boşluğa bırakırken aralamak adına çabaladığım gözkapaklarım sıkıca kapandı ve benliğimi sessiz bir kuyuya hapsettim.

Daha önce çok fazla ölmeyi, nefes almayı istemediğim zamanlar olmuştu ama şimdi bu eylemden ölesiye korkuyordum. Geride bırakacağım kimsenin olmaması, yanımda bana değer veren birilerinin bulunmaması çok bulandırırdı aklımı.

ABRAKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin