Yatmadan önce şırfıntının dedikleri kulaklarımda yakılandı. 'Ya hayat sen planlar yaparken, başına gelenlerden ibaretse?' Sanki evren onu haklı çıkarmak için bütün kozunu çekinmeden sunuyordu hayatıma.
Karşımda bana bakarken, gözlerinde anlamaktan zorlandığım bir ifade vardı. Bu saçma anı bana "Günaydın." Diyerek bozmuştu.
Sabah sabah kendime bir an öne gelmeliydim. Kaşlarım çatılı ve düz bir ifade takınmaya çalışarak, "Günaydın?" dedim sorar gibi. Sesim daha çok burada ne arıyorsun der gibiydi.
Anneannemler varlıklarını hatırlatıp onun konuşmasına izin vermeden, "Özgür bey oğlum gelmiş seni görmeye. İçeri buyur ettik ama gelmiyor!" Dedi anneannem sitem edercesine.
Şuan çok yanlış anlaşılabilirdim. Onlar benim bütün arkadaşlarımı falan tanırlardı. Ve çok yanlış anlayıp hiç istemediğim duruma düşmemek adına ve elbette onları da aydınlatmak adına kapıya yaklaşırken, elim ile Beton Bey'i işaret ettim ve, "Özgür Araf Karataş. Elanın abisi anneanne. '' dedim. Onlar ise buna daha çok sevindiklerini görebiliyordum.
'' Ya öylemi! Çok memnun olduk oğlum. Keşke küçük zilliyi de getirseydin. Ama söyledi Eflal'im yoğunmuş zilli." Anneannem her şeyi yine ortaya dökmekten çekinmeden içten bir ifade ile.
Sonunda dedem yine kurtarıcım olmuş ve ve olaya el atmış, "Hadi gel hanım. Rahat bırak gençleri. Eflal içeriye davet eder. Gel biz geçelim içeri ilaç saatin de geldi." Dedi anneannemin koluna girerek. Onu kolundan tutup götürürken bir yandan da bana döndü ve, "Çok kalmayın kızım dışarıda. Yağmur yağıyor. Kahvaltı da hazır, çaylar soğumasın." demişti.
"Tamam dede." Demiş ve başımı onaylar gibi sallamıştım.
Onların arkalarından gitmesini beklerken, düz ve ciddi yüz ifademi tekrar takınıp Beton Bey'e döndüm.
Açıklama yapmaya ihtiyaç duyar bir ifade ile konuştu; "Burada bir iş görüşmem vardı. Elanın da sana dosyaları ve ödevleri falan mı ne, göndermemi gerekiyormuş, ama sen telefonuna bakmıyormuşsun. Buraya şoför gönderecekti normalde ama ben gelince gerek kalmadı. İş görüşmem bitince de yolumun üstü olduğundan uğrayıp verecektim." Dedi net ve sürükleyici ses tonu ile.
Tabi ya telefonum! Yine şarja takmayı unutmuştum... Yeliz hoca notları falan göndermiş olsa gerekti. Ama ben telefona bakmayınca Ela da böyle bir çözüm üretmişti. Ah keşke üretmeseydi.
Dosyalar elinden alırken, "Teşekkürler, hadi gel." Dedim içeriye davet ederek. Çünkü eve gelmeseydi anneannem ben kovdum sanacak ve benimle bütün gün bunu konuşacaktı. Gelsin gitsin ve her şey bitsindi.
o ise, "Yok gideyim ben." Dedi. Rahatsızlık falan vereceğini düşünüyor ise haklıydı. Tabi sadece benim açımdan. Çünkü dedemlerle tanıştırırsam çok mutlu olurlardı. En azından bir erkek ile birlikte arkadaş olduğum düşüncesi onlar için iyiydi. Buna sırf onlar için katlanabilirdim.
"Senin Elanın abisi olduğunu öğrendiler. "Dedim açıklamaya çalışır bir şekilde. O ise, E yani? dercesine bakıyordu.
Açıklamak için tekrar ağzımı açtım, "Yani seni bırakmaları pek muhtemel değil. Gidersen kırılırlar, en azından bozulurlar. Gel hadi insan yemiyoruz. Üşüdüm burada hem." Diye resmen sonunda onu suçlar gibi söyleyip içeriye girmiştim. Kapıyı açık bıraktım ki gelememe ihtimali olmasın, gelirken de kapıyı kapatsın diye.
Koridora girdiğimde ona dönüp, "Sen geç içeri otur, ben bunları bırakıp geliyorum." Dedim. O ise kafasını sallamıştı sadece. Bir de bana soğuk nevale derler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FÜSUN
Teen FictionÇin mitolojisinde ; " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre, Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları, bu ipler sayesinde ezelden bağlarmış. Bu ip zamanlandıkça esner ve kördüğüm o...