Fazla zaman almayan ne vardı hayatta? Sevgi yanında birçok zırvalıkla beraber zaman isterdi. Öfke ,sabır isterdi en güzel intikam planlarında. Kaygı, çokça zaman kaybı demektir. Hüzün, saklanacak ve sonsuzluktan arınılacak bir kuyu. Ve mutluluk... Mutluluk; diğerlerine nazaran biraz daha farklı işlerdi. Senin kötü hissetmen gereken yerde, sana dünyanın en muhteşem insanıymış gibi hissettirebilir ve dengeni alt üst edebilirdi. Ve tüm diğer hislerle beraber mutlulukta; bunlardan eğer bir hissi bile yaşamazsan, bir diğer hissi kaybetmeye mahkum kılıyordu seni.
Bense buna kendi ayaklarımla adım adım değil, koşa koşa...
Yavaş yavaş değil, bir anda bitirmiştim.
Koca bir kuyu kazmıştım tırnaklarım yerinden kalkarak, kanayarak, acıyarak.
Benim kül mağaram, benim kazıp sonunda dağıldığım ve geriye sadece küllerimin kaldığı bir mağaraydı.
O mağarada benden geriye kalan bir tek küllerim vardı. Savrulup, uçmasınlar diye saklanmıştı.
Tamamen yok olmamak için belki de.
Kolumda ki heybetli adam dik duruşuyla beraber beni kendine biraz daha çekiştirerek elini belime atmıştı. Bel oyuntumdan kendine çekerek bedenlerimizi yaslamıştı birbirine. Sanki bedenlerimiz böyle durmasa her an yıkılacak gibi birbirimize vermiştik yükümüzü. Ama bu yük, ilk defa bana hiçbir ağırlık hissettirmiyordu. Sanırım gece sandığımdan da çetrefilli geçecekti.
İçeri girdiğimizde bütün gözler meraklıca süzmüştü bizi. Sonunda Ela'nın olduğu masaya doğru ilerlerken Ela'yı görmek gerginliğimi azaltmıştı. Masaya birkaç adım kala kulağıma doğru, "Oyun başlıyor Kaçak." diye fısıldadı ürkütücü bir sesle. Bense Yüzüme içeri girdiğimizden beri takındığım sahte ama hiç de öyle görünmeyen gülümsememle ona doğru dönüp, "Oyuncağım sensen pek eğleneceğim söylenemez." dedim dans ettiğimiz geceye atıfta bulunarak. Bu ise onun hoşuna girmiş gibi yarım ağız gülümsemişti.
Dengesiz
"Sonunda!" diye tüm enerjisiyle bize çemkiren Ela'nın yüzüne baktığımda susmayacağı belliydi.
"Meyve verecektik az kalsın ama son anda yetiştiniz." derken Can Abisi ile beni süzüp, yüzüne az önce Abisinin yaptığı gibi serseri bir sırıtış taktığında anlamıştım geliyor ve gelmekte olanı.
"Ama buna değmiş. Maşallah, bütün gözler yine üzerinizde..." diyerek göz kırptığında Ela'ya karşı birden nasıl bir ifade takındıysam birden yüzü ciddileşmişti. Bu iyiydi. En azından arada da olsa otoritem ona söküyordu.
"Dediklerimi hallettin mi?" diye net ve tok bir sesle Ela'ya soru yöneltmişti bizim Betoncuk.
Ela da; "Devlet sırrı gibi nedenini açıklamayıp sadece ne yapmam gerektiği hakkında söylediğin şeylerden bahsediyorsan, evet Can Abim. Bu arada rica ederim ne demek..." diye yapmacık ama şirin bir yüz ifadesiyle söylediğinde Beton Beyimiz Ela'ya cevap bile vermeden kafasını sallamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FÜSUN
Teen FictionÇin mitolojisinde ; " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre, Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları, bu ipler sayesinde ezelden bağlarmış. Bu ip zamanlandıkça esner ve kördüğüm o...