Geçmiş bireyin parçasıdır. Birey ve hikayesi geçmiş olmadan hiçtir. Hayatı, yaşamı ve geleceği etkileyen geçmişimiz ve eylemlerimizdir. İnanılanın aksine kader değil. Her şeyin kader olduğu görüşüne kapılan birinin kafasını anlayamam hiçbir zaman. Sorgulamıyor olmalı herhalde. Yoksa öteki türlü sormaz mıydı, "Neden bunca tantana o zaman?" yahut da "Neden İrade?" diye.
Kadere inanmıyor değilim. Hayatta ne kadar kaçarsak kaçalım başımıza gelen büyük olaylar dizi ile bağlantılı olduğunu düşünmüşümdür. Mesela Araf ile karşılaşmamız kaderdi. Fakat Arafla ilişkimizi yönlendiren bizim eylemlerimiz ve irademiz bütünüydü.
Gözlerimi aralayıp saate baktığımda Sabah ezanına yarım saat kaldığını bu yarım saatte de gözlerimi Lila rengi tavana bakıp bunları düşünerek geçirmiştim.
Artık kalkmam lazımdı. Dedem ve anneannem sabah namazını kılıyorlardı her sabah. Bu sabah da onlarla beraber kılacaktım. Şükretmek için.
Kalkıp abdestimi aldığım sırada onların yeni uyandıklarını tıkırtılardan anladım. Uzun bir etek ve bol bir uzun kollu geçirdikten sonra anneannemin yazmalarından birini kapıp geçrim aynanın karşısına. Yazmayı da bağladıktan sonra odaya geçip onları beklemeye koyuldum. Çınar yan odada mışıl mışıl hala uyuyor olmalıydı. Araf da öyleydi her halde. Dün akşam gidecekti fakat benim de bugün döneceğimi öğrenince yarın beraber döneriz o zaman demişti. Gerek yok dememe rağmen diretmiş çok da umursamayıp tamam deyip geçmiştim.
Dedemler geldiğinde namazlıkları serip başladık. Dedem biraz önde biz ise arkasında kılmaya başladık. Kıldıkça içime bir parça daha huzur ve dinginlik indiğini hissettim. Dua ederken onlara benden önce zarar gelmemesini diledim. Onlar baş edebilirdi ama ben değil. Tüm bu yaşananlar ve yaşayacaklarımız için şükür etmeyi de ihmal etmedim. Araf, onunla olan ilişkimiz için hayır diledim. Ela, Ela için de üzülmemesini...
Uzun duamdan sonra kalkıp namazlığımı katlarken kapıda da hareketlik oldu. Dönmüş içeri gidiyor olan Özgür'ün heybetli sırtı ve omuzlarını gördüm.
Üstümü başımı değiştirdikten sonra kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittiğimde karşılaştığım manzara ile durakaldım bir kaç saniye boyunca. Özgür çayı demliyor, Çınar ise bardakları hazırlıyor tüm kahvaltılıkları da hazırlanmış şekilde duruyordu.
"Bugün de pek hamaratız!" diyerek içeri girdiğimde, işlerine sanki çok önemli bir operasyondalar gibi devam eden iki adam da ufak bir ürkme gördüğümde ve Çınar bu ürkme sonucunda elinden bir bardağı düşürünce daha da keyiflenmiştim.
"Bugün pek de neşeliyiz!" diyerek az önce ki ürkmenin sinirini taşıyarak cevap veren Çınar oldu. Buna daha da güldüm. Korkmuş ve bundan hiç hoşlanmamıştı. Eğilip bardakları toplamaya başlayınca ona doğru hızlıca gidip eğildim ben de toplamaya başladım.
"Bırak sen, ben hallederim şimdi." deyim benim elimi elinin tersi ile ittiği sırada karşı çıkıp, "Yardım edeyim çabucak hallederiz dört elle, hem Özür olarak kabul edersin." Deyip toplamaya devam ettiğimde bu sefer, "Tamam afettim ben hadi git sen." diyerek daha çok itince elime küçük bir cam parçası batmıştı. Çok ama çok minimal bir sesle 'Ah' dememe rağmen özgür başımda bitmiş, Çınarsa ellerindekileri bırakıp hemen elimi tutmuştu.
Biri geçmişim diğeri Araf'ım.. Peki ya Gelecek? Gelecek hangisinde?
"Dedim sana git diye, niye laf dinlemezsin ki. Dur kıpırdama derin bir nefes al şimdi." Aldığım anda küçük parçayı çıkarıp attı. "Gel su tutalım biraz." dediğinde elimi elinden çekip, "Ne abarttınız ama ya, gerek yok Çınar bir de doktor olacaksın. Şu kadarcık şeyden ölmeyeceğimi ben bile biliyorum." dediğimde 'Ölüm' kelimesini dile getirmem üzerine Araf'a baktığımda kırılan bir şeyler gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FÜSUN
Teen FictionÇin mitolojisinde ; " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre, Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları, bu ipler sayesinde ezelden bağlarmış. Bu ip zamanlandıkça esner ve kördüğüm o...