Hayatta her daim bir şeyler hakkında karar kılarız, plan yaparız, bir şeyler yapardık ama muhakkak bunları gerçekleştirirdik. Ama bazen hayat ya da kader dediğimiz çarkın bizimle aynı fikirde olmadığını fark ettiğimizde ise bunu umursamayız. Oysa bu defa yüzümüze çarpa çarpa öğretiyordu kader oynayacağını. Bense şiddetle reddediyordum her defasında. O ise dibimde bitiyordu her defada.
Ama ben kararlıydım onu hayatımın en uzak köşesine fırlatacağımdan. Yine de şu an karşımda böylesi heybetli dururken nasıl yapacağımı da bilmemek bunun cabasıydı.
Karşımda duran adamın beni daha ne kadar sarsmaya çalışabileceğini düşündüm. Daha ne kadar karşımda belireceğini.
Sorgulayan ifadeyle bakmayı sürdürdüğüm de nihayet açıklamak adına ağzını açmıştı. Fakat yine dik, otoriter ve son derece ciddi bir tavırla.
"Araf?" diye sorgulayan sesime karşılık bana her zaman ki düz ifadesiyle bakıyordu. Bense onun gibi düz bir ifade takınmıştım. Bunu daha ne kadar böyle sürdürebilirdim hiçbir fikrim yoktu.
Sonunda konuşmaya başladığında, "Bir anlaşma yapmamız lazım. Ela için." demişti direkt konuya girerek. Bense Ela'yı ve ne anlaşması diye kafamı bulandıran er düşünceyi bir kenara itip neler olduğunu anlamaya karar verdim. İçeri davet etmek adına bir adım geri çekilip elimle içeriyi işaret ettim. O da hiçbir mimik oynatmadan yeniden düz bir ifadeyle, "Okula bırakayım ben seni, yolda konuşuruz." Dediğinde ben de zaten tam çıkıyordum. O sebeple olsa gerek okula geç kalmamamı istemişti sanırım.
Şu olur olmadık kibar halleri sinirimi bozuyordu. Ben de kafamı sallayıp çıkmıştım. Ayakkabıları giyerken o zaten arabaya doğru adımlamıştı. Al işte bekleyecek kadar nazik değil ama okula geç kalmamı düşünecek kadar nazik mi? Bu adam cidden çok tuhaftı. İsmi gibiydi tam da benim için. 'Araf' adı gibi tüm düşüncelerimi de arafa sokuyordu. Oysa benim bilinmezliklere bile tahammülüm olmazdı. Ben muamma olanı yok ederdim. O ise sanki buna karşılık bilerek önüme geçip beni bu hale getiriyordu.
Arabaya bindiğimde arkada oturan bizim şu küpeli artisti gördüm. Ağızında sakızla telefonda bir şeylerle uğraşıyordu. Öne binip kemeri takmaya çalıştığımda sıkıştığını fark ettiğimde önce derin bir nefes aldım. Hayır. Kesinlikle bu kadar klasikleşmeyecektim. Sonunda sakin sakin kemeri çözdüğümde zafer kazanmış gibi dudaklarımı kıvırdım. Ama o ise şuan beni anlamıyor olsa gerekti. Önüne bakıp tüm ciddiyetiyle ve her zamanki otoriter sesiyle konuşmaya başladı.
Arkamdan "Selam." diye seslenen küpeliye karşılık bakmadan "Selam" diye mırıldanmıştım. Neyin ne olduğunu, şuan neden arabasında olduğumu, daha önemlisi neden birden Erdem denilen çocuk ortaya çıkmıştı.
Sonunda Beton Bey de sessizliği bozup konuya atladı direk oyalanmadan.
"Yarın bir davet var. Birkaç saat sürecek bir davet. Orada bana eşlik etmeni istiyorum. İnsanlar beraber olduğumuzu düşünecekler. Bir günlük sadece bunu oynayacağız." dedi tane tane anlatarak. Benim bunu yapabileceğimi düşündüren epey önemli bir şey olsa gerekti ki beni çok az da tanıyor olsa da katiyen kabul etmeyeceğim bir teklif olduğunun o da farkında olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FÜSUN
Teen FictionÇin mitolojisinde ; " Kaderin Kırmızı İpi " adında bir inanış vardır. İnanışa göre, Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları, bu ipler sayesinde ezelden bağlarmış. Bu ip zamanlandıkça esner ve kördüğüm o...