"Bu dünyada bulamayacağım birini arıyorum. Ama ben onu sevdim, yüreğimde hissettim. Onun yanında kendimi olduğumdan daha değerli görüyordum çünkü onunla ben olmak istediğim her şeydim."
Genç Werther'in acıları, Goethe
Jeon Jungkook ;
Elimdeki kahve kupasını masanın üzerine bırakırken derin bir nefes alarak pencerenin yanındaki koltuğa oturdum. Bir boşluk içerisindeydim, hiçbir şey yapmak istemiyordum ama şirkette gece yarılarına kadar çalışarak beynime düşünmesi için fırsat vermemeye çalışıyordum.
Maalesef işe yaramıyordu.
Birinin yokluğu en çok istediğin an ona gidemeyeceğini, gecenin herhangi bir saatinde özledim diye arayamadığın an başlıyor. Ve her öyle düşündüğüm gecede onun kirpiklerinin yastığa düşen gölgesini hayal edip öyle uyumaya çabaladığım geceler de, hüzün doluydu. Genişten ziyade, uzundu hayal gücüm.
Rose gideli üç ay, dört gün olmuştu. Bugün günlerden cumartesiydi ve arkadaşlarımın beni kontrol ederek yaşamaya alışmalarının üzerinden çok fazla zaman geçmemişti. Buna gerek olmadığını defalarca kez yüzlerine söylemiştim. Hasta veya depresyonda değildim. Sadece, onu çok özlüyordum. Ve bunun tedavisi yoktu.
Beni bu hayata bağlayan her şey Rose'nin iki kolunun arasında birikmiş gibi, bir sarılsa bütün dertlerim son bulacaktı sanki. Sahi, veda ederken dahi sarılmamıştık. En azından sarılsaydık, her veda sarılmayı hak eder.
Sen gittiğin gece, 'Ben şimdi ne yapacağım?' Diye ağlayarak uykuya daldığımı unutamıyorum. Bu bana verdiğin en önemli dersti, bana kimsenin yanımda kalıcı olmadığını öğrettin.
İnsan gitmeyecek birisine ihtiyaç duyuyor bazen. Hatta çoğu zaman. Varını yoğunu anlatmak istediği, başını omuzlarına koyup ağlamak istediği birisinin varlığını hissetmek istiyor hayatında. Hayatı ve kendisiyle ilgili her konuyu yalan söylemeden, saklamadan söylemek istediği birine ihtiyacı var insanın. Telefonda bile ağlamak istiyor, onun karşısında. Telefonun ucundan varlığını hissettiren birisine ihtiyacı var. Ancak Rose, telefonunu da değiştirmişti. Ona ulaşabileceğimiz hiçbir iz bırakmamıştı gerisinde. Annesi ve babası dahi bilmiyordu ne yaptığını.
Eğilerek masanın üzerindeki soğumaya yüz tutmuş kahvemi elime aldım. Birkaç yudum alırken kapının tıkırdadığını ve yavaşça açıldığını gördüm. Yoongi hyung, yavaşça içeri girerek elindeki poşetleri kenara bıraktı ve maskesini aşağıya indirdi. Genelde cumartesileri o gelirdi zaten. Nihayetinde kafasını kaldırarak koltukta oturan beni gördü ve yaklaşmaya başladı. Karşımdaki koltuğa otururken telefonunu masaya bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rhinestone | Rosekook
FanfictionÇünkü solmuş bir gül her zaman daha güzel kokar, Roseanne. AU B×G Rosekook