Paris sokaklarında sonbahar büyüleyiciydi. Kurumuş sarı yapraklar ayakları altında binbir parçaya ayrılıyor, rahatlatıcı bir ses çıkarıyorlardı. Harry, Draco'nun da bu sesi duyabilmesini dilerdi.
Dakikalardır sessizce yürüyorlardı. Aceleleri yoktu. Draco'nun sakinliği Harry'yi de sakinleştiriyordu. Aralarındaki sessizlik huzur vericiydi.
Bir süre daha yürüdükten sonra Draco onu kolundan tutup durdurdu ve tabelası sarmaşıklarla kapanmış küçük restoranı gösterdi. "Geldik."
Beraber içeri geçtiler. Gerçekten de kalabalık değildi, içeride onlar hariç iki grup daha vardı. Duvar kenarındaki en uç masaya oturdular. Draco ceketini çıkarırken "Seçimleri benim yapmama izin ver, pişman olmayacaksın." dedi, Harry ona izin verdi.
Yanlarına minyon tipli bir kız yaklaştı. "André! Bienvenu!" Harry ona tam bir yanlışlık olduğunu söyleyecekken Draco'nun sesiyle sustu. "Michelle, ça faisait longtemps!"
Harry onlara boş boş bakarken bir süre daha fransızca konuştular. Draco'nun bu kadar iyi konuşabildiğini bilmiyordu. Yerinde huzursuzca kıpırdandı. Draco hararetli sohbetlerinin ortasında ona dönüp "Kırmızı mı, beyaz mı?" diye sorunca Harry "Kırmızı." diye cevapladı. Draco tekrar kıza dönüp bir şeyler söyledi, sonra kız yanlarından ayrıldı.
"André?" diye sordu Harry nihayet Draco'nun ilgisi ona çevrilince. Sarışın adam gülümsedi. "Burada André'yim." Harry güldü, Draco'yu yeğlerdi.
Draco dirseklerini masaya koyup çenesini ellerine yaslayarak Harry'ye doğru eğildi. "Anlatsana, hangi ülkeleri gezdin?" diye sordu kısık sesle. Harry de masa üzerinden Draco'ya eğilerek "Neredeyse aklına gelebilecek her yeri." deyip gülümsedi.
"Birkaç yıldır kalabalığa karışmıyordum aslında." dedi ekleme yapma gereği duyarak. "Paris'e gelmeden önce Norveç'teydim. İnsanların kuzey ışıklarını izlemek için kaldığı bungalovlardan birkaç kilometre ötede çadırımı kurmuştum. Doğanın içinde tek başımaydım, dört ay orda kaldım."
Draco "Tehlikeli değil miydi?" diye sordu.
Harry güldü. "En güvenli günlerim olabilir. Kimse peşinde olmayınca kafan çok rahat oluyor."
"Paris'e gelmek nerden esti peki?" Draco ilgili görünüyordu, bu Harry'i mutlu etti. "Çadırımda portatif bir radyom vardı," diye başladı. Aklına Ron'un radyosu gelince özlemle gülümsedi. "Dinlediğim programın sunucusu, Paris'te sonbaharın ne kadar güzel olduğunu dakikalarca romantize edince bir de sonbaharda gelmek istedim. Daha önce yazın gelmiştim."
Sırtını sandalyeye yasladı. "Norveç'e tekrar gitmek isterim ama. El değmemiş, saf bir doğa... ve gökyüzünde dans eden kuzey ışıkları... Büyüleyiciydi."
Draco iç çekti. "Ben de kuzey ışıklarını görmek isterdim." diye mırıldandı.
Harry heyecanlandı. "Gidebiliriz," Draco'nun gözlerine baktı. "Kullandığım anahtar hala duruyor, şu an bile gidebiliriz."
Draco alayla "Ben üşürüm ama." diyince Harry "Biz büyücüyüz Malfoy! Üşürsen bir buz dağını bile yakabilirim." diye cevap verdi.
Draco boynundaki zinciri kazağının içinden çıkardı. "Ben hiçbir yere gidemem." deyip gülümsedi.
Harry tam ağzını açmıştı ki onlara yaklaşan garson kızı görünce geri kapattı. Kendini tam bir salak gibi hissediyordu. Kız kadehlerini ve şarabı masaya bıraktıktan sonra Draco'ya fransızca bir şeyler söyleyip gitti.
"Malfoy-"
Sarışın adam sözünü kesti. "Yemeklerimiz geliyormuş." Şişeyi eline alıp inceledi. "1998 ve piot noir üzümü, en sevdiğim."