Aşk, sevdiğini sevmeyi sevmek miydi yoksa sevdiğini sevmekten nefret etmek miydi? Ya da her ikiside miydi?
Aşk neydi ki? Aşk çok tuhaftı. Bir tanımı bile yoktu.
Ben galiba her ikisideydim. Onu sevmeyi o kadar çok seviyordum ki. O çok sevilmeye değer bir insandı. Nahif ruhluydu, saftı, dünyadaki bütün kötülüklerden en uzak köşedeydi.
Ama şu sıralar onu sevmekten nefret etmiştim. O benim zaafımdı. Ona kıyamadığım için asla yapmayacağım şeyler yapıyordum. Ama onu sevmeyi seviyordum da işte.
Belki iki gün geçmişti belki üç. Bir doktor çağırmıştım kolumdaki şaheserim için. Temizleyip dikiş atmıştı. üç gün boyunca su değdirmememi söylemişti. Ardından ağrı kesici almam gerektiğini söyleyip gitmişti sanki acımı dindirebilirmiş gibi.
Doktor beni anlamıyordu ki. Benim acım kalbimdeydi. Ona hangi ilaç yarardı? Ağrı kesici mi?
Yoksa Selim'im mi?
Kalbim kadar olmasa da kolum da acıyordu. İlk defa dikiş attırmıştım, bu acıya alışık değildim.
Aslında kaza günü kafama dikiş atılmıştı ancak o zaman uyanık değildim.
Sibel Hanım'ın salona girdiğini gördüğümde yayıldığım koltukta doğruldum. Masayı işaret ettiğimde elindeki kahve tepsisini masaya koydu. "Başka bir isteğiniz var mı Eylül Hanım?"
"Hayır, teşekkürler."
Dün evin işleriyle ilgilenmesi için bir çalışan ararken bulmuştum Sibel Hanım'ı. 46 yaşında olmasına rağmen bana karşı saygı sözcükleri kullanıyordu. Onu bana öyle hitap etmemesi konusunda uyarmıştım ama hala öyle hitap ediyordu.
Daha bu sabah işe başlamasına rağmen koskoca malikaneyi pırıl pırıl etmişti. Gerçi yanında birkaç kişiyle yapmıştı bunu ama en çok o çalışmıştı.
Tepsiden kahvemi alıp yudumladım. Günlerim çok boş geçiyordu. Annem, babam, Selim... Hiçbiri yoktu artık hayatımda.
Hayatımın bir anda böylesine kararacağını kim tahmin edebilirdi ki?
Ben hala eskide kalmıştım aslında. Ben kendimi hala 17 yaşında hissediyordum ama tarih öyle söylemiyordu bana. Bana neredeyse 19 yaşımda olduğumu söylüyordu. 19 benim için çok büyük bir sayı, hele ki bir çocuk için.
Evet, ben hala çocuktum. Ben 17 yaşındaydım, 19 değil!
"Eylül Hanım, bir mektubunuz var."
Elimdeki fincanı masaya koyup korumanın uzattığı zarfı aldım. "Teşekkürler." deyip zarfı kimin gönderdiğine baktım ancak isim yazmıyordu.
İçime kötü hisler dolmaya başladığında bu mektubun o adamdan olduğunu hissetmeye başlamıştım.
"Hayır." dedim bir umutla. "Ondan olamaz." Çaresizlikten dolmaya başlayan gözlerimle zarfı açtım. İçindeki kağıt parçasını çıkardığımda sadece bir kere yanılmak istedim. O adam göndermemiş olsun istedim.
Hafiften titreyen ellerimle katlanmış kağıdı açtım. Okumaya başladığımda ağlamamak için kendimi zor tuttum.
"Yarın saat 20.00'da adrese 4 Milyon TL ile gel. Tek gel."
Altta yazan adresi okuma gereği duymadan koltuğa bıraktım kağıdı. Ellerimle yüzümü ovuştururken dirseklerimi dizlerime yasladım. Ben ne yapacaktım?
4 Milyon TL bana göre hiçbir şeydi ancak normal bir yaşantıya göre oldukça yüksek bir miktardı ve o adam bu parayla ne yapacaktı?
Aslında bir çok şey yapabilirdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Sabır Lazım
Novela JuvenilEylül Altın 15 yaşındayken bir mazoşist olan Selim Kanlı ile tanışır. Bir süre sonra sevgili olurlar ve Selim kendine zarar vermeyi azaltır. Hayatları mükemmel bir şekilde devam eder. Ta ki o güne kadar. Bir gün beraber bir trafik kazası geçirirler...