Ön Bölüm

4.8K 244 220
                                    

Siz istediniz ve ben de yazdım. size bir ön bölüm yazdım. burada karakterleri tam olarak tanıma fırsatınız olmayabilir yavaş yavaş açılacak bir hikaye yazmak niyetindeyim. umarım severek okuyacağınız bir hikaye olur. martta başlamayı düşünüyorum. ve çok uzatmadan öyle serilere dönmeden tadında keyfinde bir şey yazmak niyetindeyim. hikaye bizi nereye götürür bilmiyorum.

size Rüzgar ile Gülcenin hikayesi ile geldim. beni bu hikayede yalnız bırakmazsınız değil mi?

sizi seviyorum...

**


Gökyüzü hafifçe pembeleşirken kendimi bulutlara çok yakın hissediyordum. Köyün en yüksek yamacındaydım çünkü. Bir kayanın üzerinde oturmuş önümdeki manzaranın muhteşemliğini hayranlıkla seyrediyordum. Bir ressam olsam bu manzarayı tarif edecek renkleri nasıl ayarlardım diye düşünüyorum. Önümdeki yeşil ovaların hafifçe koyulaşan rengini mesela. Ya da gökyüzünde uçuk pembe tonlarından mora doğru koyulaşan ufuk çizgisini. Pembe bir pamuk şekeri gibi üzerimizde gezinen bulutları nasıl çizerdim? Bilmiyorum. Bir ressam değilim. Ama bu manzarayı bir tuvale çizmek ve odamın duvarına asmak isterdim. Onun yerine her gün bu saatlerde gelip manzarayı doya doya seyretmeye çalışıyordum. Bir gün uzaklara gittiğimde ki mutlaka bir gün gidecektim buralardan, o zaman özleyeceğim tek şey bu manzara olacaktı belki de.

Buraya kitabımı okumak için gelirim. Günlük işlerimi bitirir, yegâne ineğimiz olan Sarı Benekli'yi ahıra koyar, babamın çayını hazırlar ve tavukları kontrol edip köyde en sevdiğim yere yani buraya gelirim. Ama bugün biraz geç kaldım. Postacının getirdiği mektupla ne yapacağımı düşünürken vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ne yapacağımı değil de nasıl yapacağımı düşünüyordum. Durum biraz sıkıntılıydı. Kararsız kalmıştım ve tercih yapamıyordum. Her ihtimali değerlendirirken umutsuzluğa düşüp vazgeçiyordum. Sıkıntım bir süre sonra boynumdan ağzıma doğru tırmanmaya ve beni nefes alırken bile bunaltmaya başlayınca kitabımı alıp buraya gelmiştim. Başka nereye gideceğimi bilmiyordum.

Manzarası güzeldir bu kayanın. Köyü tepeden seyredersiniz. Birkaç tane yıkık dökük kerpiçten ev ve henüz yeni ekilmiş bodur yeşillikler ve kahverengi çizgilerle dolu tarlalar vardır görüş alanınızda. Uzaklarda bir orman, kıvrıla kıvrıla köye uzanan toprak bir araba yolu vardır. Ve incecik bir akarsu belli belirsiz bir yol izler köyün etrafında. Tam karşımda ise şato gibi bir ev var. Aramızdaki uçurumdan dolayı ulaşılmaz görünen bu ev köyün medarı iftiharı olan doktor Serhat Aksoy'un gücünü temsil eden ihtişamlı, gösterişli hatta abartılı derecede özenilmiş bir binadır. Köyümüzün kerpiç ve eski tahtalardan oluşan evlerinin yanında bu ev kesinlikle bir kralın sarayını andırıyor. Üç katlı devasa binanın dışı değişik bir kaplama ile kaplandığı için taştan örülmüş bir orta çağ sarayına benzetirler. Benim gözümde ise Howl'un Yürüyen Şato'suna benziyordu. Bir gün bu evin ayaklanıp yürüdüğünü hayal edebiliyordum. O zaman peşinden koşup beni de içine alması ve uzaklara götürmesi için ona yalvaracaktım. Bir süre beni peşinden koşturacak ama sonra kapı birden açılacak ve ben de evin sihirli kapısından içeri girecektim. Beni içeride bir ateş cini karşılayacaktı ama aslında o aslında Howl'un kalbi olacaktı. Sonra da Howl ile aşk yaşayacaktık. Fantastik bir dünyada büyülü bir evde yaşayıp mutlu bir hayat sürecektik. Ah ne güzel olurdu.

"Güzel görünüyor değil mi? Hansel ve Gratel'deki cadının evi gibi."

Duyduğum erkek sesi ile irkildim ve olduğum yerde doğrulup sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştım. Yanımdaki kayayla oturduğum kayayı ayıran çalıların ardından geliyordu sanki.

"Sen kimsin? Burada ne yapıyorsun?"

Çok ikna edici sorular sorabilirim sevgili okur. Bu konuda tartışmayalım. O durumda aklıma gelen en iddialı ve içerik olarak en düzgün sorular bunlardı. Çalıdan gelen bir sese verilebilecek en doğal tepkiydi diyebiliriz.

Mavi Kuş ile Küçük KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin