Dobby

496 75 53
                                    


Gece Betül'ün yatakta huysuz bir kutup ayısı gibi debelenmesi yüzünden uykumdan uyandım. Bir süre tavana öylece bakıp gelişigüzel bir şekilde savrulan Betül'ün el ve kol darbelerinden kendimi sakınmaya çalıştım. Bedenim yorgunluktan sızlıyor başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Betül'ün düzenli bir şekilde aldığı nefeslerinin sesi bile bana yüksek perdede küfrediyormuş gibi hissettiriyordu. Ağrı kesici içmezsem bir daha uyuyamayacağımı biliyordum. Oflayarak yataktan kalkıp evin karanlık koridoruna doğru yerde sürünen adımlar attım. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama gecenin bir yarısı olmalıydı. Rüzgâr odasında, sıcak ve yumuşak yatağında uyuyordu muhtemelen. Onun yanına gidemezdim sevgili okuyucu. Sakın aklına fesat hayaller gelmesin. Uslu uslu mutfağa gideceğim ilacımı içip bir süre oturur sonra tekrar uyurum. Bu kadar basit. Plan kolay ve uygulanabilir bence. Saatlerimizi ayarlayalım ve plana uygun hareket edelim.

Salonun önünden geçerken kapıdan sızan ışık huzmeleri nefesimi tutmam için yeterli bir sebepti. İçimdeki dedikoducu teyzeler "Mavi kuşun seni bekliyor hadi yine iyisin," diyerek benimle dalga geçiyordu. Beni mi bekliyordu yoksa onu da uyku tutmamış mıydı? Derin bir nefes alıp adımlarımı hızlandırdım. Mutfağa geçip ilaç çekmecesinden bir ağrı kesici ilaç alıp bir bardak suyla ilacı içtim. Dışarıdan çok sakin görünüyor olabilirdim. Titreyen ellerimi fark etmezseniz tabi ki! Ama kalbimde ve aklımda bin bir cephede savaş veriyordum. Bir süre mutfağın penceresinden dışarıya baktım. Başımın ağrısının hafiflemesini bekliyordum. Kahve yapsam mı diye düşündüm ama uykumun açılmasını da istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve "Yap gitsin Gülce," diye mırıldandım. Elimde sıkıca tuttuğum bardağı bulaşık makinasına koydum ve mutfağın ışığını kapatıp koridora doğru yürümeye başladım. Salonun önünde durdum ve süzülen ışığa sanki kutsal bir mağaradan yayılan hayat ağacının o saf ışığıymış gibi büyülenmiş bir şekilde baktım. İçeri girdiğimde tüm dünyanın kaderini etkileyecek o dehşetli gerçeği öğrenebilirdim.

Ya da Rüzgâr uyanık olurdu ve ben dehşete düşüp kendimi kaybedebilirdim. Gerçi ne yapabilirdim ki? Adamın üstüne atlayacak halim yoktu.

Bilmiyorum belki de vardır.

Ortalık çok karışık sevgili okuyucum. Kalbim karman çorman. Aklım başka telden kalbim çok başka telden çalıyor. İkisinin arasında sıkışmış ruhumsa ağlasa mı oynasa mı bilemiyor.

Neyse sonuçta içeri girdim mi girdim. Yani beni tanıyorsunuz artık. Bu odanın önünden öylece geçip gideceğimi düşünmediniz değil mi? Ah bu ben kendimi nerelerde bulsam? Çekilsem sahillere, hayaller mi kursam?

Odaya girdim sevgili okuyucu. Sen de heyecanlandın mı benim gibi? Nefesimi tutuyordum. Odadaki ışık kapalıydı ama televizyon açıktı. Kapıdan süzülen ışık da televizyondan geliyor olmalıydı. Ekranda Arka Sokaklar dizisinin bilmem kaçıncı tekrar yayını vardı. Rüzgâr televizyonun karşısındaki kanepede yatıyordu. Üzerinde ince bir pike örtülüydü. Ve yorgun yüzünde uykunun saf doğallığı vardı. Uyuya kalmıştı. Öylece durdum ve ona baktım. Yüzünün her bir milimine, her bir saç teline, kirpiklerinin ucuna, dudaklarının kıvrımına alıcı gözüyle inceleyerek hiç oyalanmadan dakikalarca seyrederek baktım. Sana bakmak suya bakmaktır, sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır diyor ya Yılmaz Erdoğan bir şiirinde, işte o mısraların tam ortasındaydı kalbim. Sana bakmak mavi kuş; fantastik bir evrenin aralık kalmış kapısından süzülen doğa ve mantık üstü bir manzaraya bakmak gibi...

Yüzüne düşen saçları düzeltmek, alnında biriken terleri silmek ve parmağımı ılık dudağında gezdirip nefesini tenimde hissetmek istiyordum. Ama aklımın köşelerinde yer tutmuş dedikoducu teyzeler bu hislerimi kaşlarını çatıp ayıplayarak uzaklaştırdılar. Nefes alıp verirken yükselip inen göğsünün üstüne başımı yatırsaydım başımın ağrısı geçer miydi acaba? Gözlerimi kapatıp yumuşak ve ılık bedenine kendimi bıraksaydım mesela, tüm dünya geride kalır mıydı?

Mavi Kuş ile Küçük KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin