Hastane Önü İncir ağacı

197 53 34
                                    

elimden geldiğince hızlı ve çabuk yazmaya çalışıyorum kafaya koydum yaz bitmeden bu hikayeyi bitirip yeni bir kurguya başlayacağım o yüzden benimle kalın kuzular :) sizi seviyorum... 


**

Öfke ve hiddetle girdiğim odadan kafa karışıklığı ve duygusal çalkantı ile çıktım. Duygularımı gözden geçirdim. Aklıma mukayyet olmaya çalıştım. Kalbime sakin olmasını söyledim. Ama işin içinde annem vardı. Öğrendiklerimi hazmedemiyordum. Hem Kaya'ya güvenmiyor hem de ya gerçekse diye şüpheye düşüyordum. Bu durumda Rüzgâr annemin katili ya da katilinin suç ortağı sayılır mıydı? O ameliyata girmese annem yaşayacak mıydı? Ailemize yardım ettiğini düşündüğümüz bu aile aslında bizim felaketimizin mimarı mı? Peki Rüzgar neden benimle bu kadar ilgilendi? Neden bu kadar hızla evlendik? Vicdan azabı çektiği için mi? Yoksa beni gözünün önünde bulundurup suçunu gizlemeye devam etmek istediği için mi? Peki Kaya? O neden bana bunu söyledi? Beni sevdiği için değil tabi ki; aklımı ve kalbimi bulandırmak için söyledi. Eh başarılı da oldu. Daha evliliğimizin ilk gününde kalbim buz tuttu. Gerçekleri Rüzgar'dan öğrenene kadar o buzlar erimeyecek. Belki de gerçekler çok daha acı olacak. Bu acıya, gerçeklerle yüzleşmenin vereceği hasara nasıl dayanabilirim? Annemin katiline aşık olarak anneme ihanet etmiş olmaz mıydım? Nefretten aşka dönen duygular kitaplarda romantik bir şekilde işlenir. Peki aşktan nefrete dönüşen o acı? Bunu daha önce hiç okumamıştım.

Hastane odasına girdiğimde aklımdaki soruları Rüzgar'a yöneltmek için hazır hissediyordum. Ama onu masum bir çocuk gibi uyurken gördüğümde, Tıpkı Howl'a benziyordu, belki de doğru zaman değildir diye geçirdim içimden. Yanında kimse yoktu. Oda boştu. Yağız işe gitmişti Betül okula geçmişti. Ben de Rüzgar'ı yalnız bırakmıştım. Diğer insanlar gibi. Oysa yanında olmaya söz vermiştim. Ama o zamanlar babasının annemi ölüme sürüklediğini ve Rüzgar'ın da bunu örtbas ettiğini bilmiyordum.

Uyanana kadar Rüzgar'ı seyrettim. Solgun beyaz tenini, dolgun dudaklarını, hokka burnunu, kuzguni renkteki hafif uzun saçlarını, kıvrık kirpiklerini, düzenli bir şekilde nefes alıp verirken inip kalkan göğsünü... Uğruna yel değirmenleri ile savaştığım adama bakıyorum. Benim Howl'uma. Şövalye ruhlu don Kişot'uma. Mavi kuşuma...

"Günaydın küçük sevgilim."

Rüzgar'ın dudaklarına yayılan yorgun tebessümü ve bana bakan yakut rengi gözlerini seçecek kadar kendime geldiğimde onu öldürmek mi yoksa yastığını düzeltip ne istediğini sormak mı daha doğru olur bilemedim.

"Günaydın," diyerek karşılık verdim ama sesim ve tavrım elimden olmadan çekimser ve mesafeliydi. Rüzgar bunu anında fark etmiş ve kaşlarını çatarak bana bakmıştı.

"Bana kızgın mısın sen?" diye sordu. Sevimli olmaya çalışıyordu ama ağrısı gülümsemesinin kenarına sokulmuş kendini belli ediyordu. Yerinden doğrulmaya çalışırken bana sorgular gözlerle baktı.

"Bir deliye deli olduğu için kızılır mı?" dedim düz bir sesle.

Gülümsedi. Onun gülümsemesi için dünyaları yakardım. Peki annemin intikamı için neler yapardım?

"Haklı olabilirsin." Bir türlü doğrulamadığı için yatağın içinde debelenip duruyordu. Kolundan tuttum ve hafifçe destek oldum. Teni kızgın bir demir gibi tenimi mühürlüyordu.

"Ama ilaçlarını yanına almadığı için kızılabilir tabi."

Rüzgar yüzüme baktı. "Benim ilacım sensin. Ve seni hiçbir zaman yanımdan ayırmak istemiyorum."

Peki sen? İlacım mısın zehrim misin? Yaşam enerjim misin ölüm meleğim misin?

Kaya'dan öğrendiklerimi Rüzgar'a sormak için can atıyordum ama sanki bir türlü o an gelmemiş gibi hissediyordum. Ve ilahi zamanlama da bana susmamı söylemek ister gibi tam ağzımı açacakken içeri genç bir doktor girdi.

Mavi Kuş ile Küçük KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin