Sen Her Ne Kadar İstemesen De

14 4 0
                                    

Yatağımda yatarak sorunlarıma çözüm bulacağımı sanıyordum. Yüzümde ki gülümseme asla eksik olmuyordu. Ama ya o Devrim'se? Onu aylarca unutmaya çalıştım. Günlerce ağladım ve o geliyor. Karşıma çıkıyor. Ne yapabilirim? Ona eğer tekrar bağlanırsam nasıl sabredeceğimi bilmediğimden değil sadece üzülmekten yoruldum. Bazen değer verdiğiniz insanlara kapıyı kapatlamısınız. Oflayarak yerimden kalktım ve düşünmeye başladım. Aslında bakılırsa tek bir ihtimal vardı o da oydu... Bileğimde ki kırmızı bilekliğin ne anlama geldiğine bakmıştım. Bir Çin efsanesi. Efsaneye göre bu bilekliği takan çiftlerin kalpleri ömür boyu ayrılmıyordu. Okulumuzun kralı ve kraliçesi ise seçilemedi. Çünkü kaçan bir prens asla krala aday gösterilemezdi.

Sabah okula gitmek için erkenden kalktım. Bugün beden dersimiz vardı ve rahat gidiyebilirdim. Üzerime yeşil bir sweatshirt giyip altıma da aynı renkte eşofman giydim. Çantamı da alıp evden ayrıldım. Saçım açık kalmıştı ve bu beni rahatsız etmeye başlamıştı. Ciddi anlamda sinir oluyordum çünkü önüme geliyordu. Güç bela okulun kapısına geldiğimde içeriye hızla girdim. Bu sefer geç kalmamıştım. Bahçe boyu yürümek için adımlarımı atıyordum. Saçlarım savrulurken birden önümde birinin olduğu fark ettim. Aniden durup saçlarımı geriye atınca oflayarak başımı kaldırdım. "Yeniden görüşeceğimizi söylemiştim küçük." dediğinde ellerimi göğsümde birleştirdim. "Kuyrukların yok yanında. Her şeyi mahvederler diye mi korktun bu sefer de?" hafifçe kıkırdadım. Bana anlam veremez bakışlar attığında pek çok kişi bize bakıyordu. "Sen şuan kiminle konuştuğunun farkında mısın?" dediğinde başımı salladım. "Okulumuzun etrafındaki bir çok insandan birisin. " dediğimde kaşını kaldırdı. "Söylesene dün ki gizli hayranını buldun mu?" biraz öne doğru geldim. "Bu seni ilgilendirmez." gülümsedi. Gerçekten fazlasıyla yakışıklıydı. "Eğer o kişi bensem ilgilendirir." donup kaldığım da omuzlarımdan tuttu. Son bir kez gülümseyip beni bırakırken arkasından donmuş bir vaziyette kalakaldım. Sadece akıl edebildiğim şeyse bileğine bakmak oldu. Ama ne bir bilezik ne de bir ip vardı. O olabilir miydi? Nasıl olurdu? Kendimi kocaman bir karadelikte hissediyordum. Daha fazla dikkat çekmeyip okula doğru ilerledim. Sınıfa girerken bunu arkadaşlarıma anlatmak konusunda kararsız kaldım. En azından ilk ders boyunca düşünüp tenefüste söyleyebilirdim. İlk dersimiz biyolojiydi. Canlılar dünyasını seviyordum. Sırama yani Devrim'in yanına giderken sadece çantamı bırakmakla yetindim çünkü bizimkilerin yanına gitmek istiyordum. Kumru ve Uğur dün mesaj atmıştı ama cevap verememiştim. O yani Hakan'ın kendisi olduğunu iddia eden çocuk gittikten sonra bende fazla durmamıştım. "Günaydın kraliçem." Bora alttan alttan beni iğnelediğinde omzuna vurdum. Boynumu koltuk altına alırken bende bacağına vuruyordum. "Hop! Hop! Ayrılın. Bıraksak birbirinizi çiğ çiğ yiyeceksiniz." Uğur beni çekerken Can da Bora beyi çekiyordu. O sırada gözlerim onun gözlerine rastladı. Yüzünde ki gülümsemesi bir anda yok olurken az önce bana gülerek baktığını yakalamıştım. Hemen gözlerimi yanında ki Oya'ya çevirdim. Oda konuşmak için derin bir nefes aldı. "Arkadaşlar bu akşam bize gelsenize, hem kaynaşmış oluruz." diğerlerine gözlerimi çevirdim. Kumru ve Çağla bana bakarken bende sırayla ikisine baktım. "Hmm, bu akşam diyorsun. Kaynaşmak diyorsun. Pijama partisi diyorsun." gülerek Barış'a döndüm. Oda gülüyordu. "Evet pijama partisi daha güzel olur ne dersiniz? Eliz?" dediğinde ona döndüm. Sanırım herkes benim fikrimi merak ediyordu. "Olabilir." diye geveledim ağzımda. Ellerini birbirine çarparak konuşmaya başladı. "Olur diye kabul ediyorum. Herkes geliyor o zaman?" hepsi başını salladı. "Canım sen biraz erken gel hazırlık yaparız." Devrim'in elini tutarak gülümsüyordu. "Tamam." dediğinde öğretmen sınıfa girmişti.

   Dersin ortalarda olmalıydık. Evet size bahsetmeyi unuttum ama biyoloji dersi yarıda bitti. Öğretmenimiz önemli bir işi varmış ve bizi bırakıp gitti. Herkes sırlarında boş boş dururken bende uğraşacak bir şey arıyordum. Devrim elinde ki telefonu bırakıp bana döndü. "Hayırlı olsun." dediğinde telefonu bana uzattı. Neler olduğunu anlamamıştım. Önümde duran mesajda okuldakilerin paylaştığı twitler vardı. Dün gece ile alakalı... okuduktan sonra arkama yaslandım. O değil miydi? Gerçekten Hakan olabilir miydi? "Bir şey demeyecek misin? Aylar öncesinde beni seviyordun." dediğinde ona baktım. Hala o günler de ki gibiydi hiç değişmemişti. "Gittin ve geldin Devrim. Üstelik severek ayrıldık. Bunu demem ne kadar doğru bilmiyorum ama yanında onunla geldin." Oya'ya döndüm. Kumru ile bir şeyler konuşuyorlardı. Oğuz bugün yoktu onu da merak etmeye başlamıştım. "O sana yakışıyor Devrim. Her ne kadar seni unutamadığımı kabul edemesem de seni hala sevsem de bir yoldasın. Eğer bir şey olur da benim yüzümden ayrılırsanız gerçekten üzülürüm." dediğimde eli elime değdi. Ona döndüğümde bana bakıyordu. "O bir Eliz edemiyor. Senin yanında ki kadar mutlu olamıyorum. Bak seni anlamaya çalışabilirim. Ama sende beni anla. Çok kötü bir psikolojim vardı ve kendimi kurtarmaya çalışıyordum. Yarama merhem arıyordum." ellerimize bakarken elimi tuttu. "Evet o üzülecek belki ama geçecek. Onunla sadece bir aydır birlikteyiz. Ve emin ol bizim kadar üzülmez. Gerçekten güzel ve ona bakan çok olur. Seni istiyorum Eliz. Sen her ne kadar istemesen de." 

       Odamda volta atarken Oğuz'dan mesaj bekliyordum. Babam az önce evden ayrılmış ve gitmem için bana izin vermişti. Çok üzüldüğümün farkındaydı ve yarın okul olmasını umursamamıştı. Telefonumu yatağımın ortasına atıp çantamı hazırlamaya koyuldum. Cüzdanımı ve kulaklığımı alıp içine attım. Kırmızı pijamamı da alıp içine koyarken, yarın ki derslerimin kitaplarını da aldım. Son olarak aylardır yazdığım günlüğü de aldım. Evden çıkarken telefonuma bildirim geldi. 

Oğuz: Hastayım biraz sen nasılsın? Devrim rahatsız ediyor mu?

Eliz: İyi sayılır. Konuşuyoruz ama bende bilmiyorum ne hissettiğimi...

Oğuz: Üzülme bazen gerçekten üzülmemek gerekiyor. Yaşandı ve bitti. 

Eliz: Teşekkür ederim.

Oğuz: Teşekkür edersin :)

    Gülümseyip telefonu çantama attım. Şimdi ise yapacağım şey sabretmek olacak. Bunu neden kabul ettiğimi bilmiyorum ama şuan pişman olmaya başlamıştım. Atılan konuma geldiğimde eve şöyle bir baktım. Gayet güzeldi ve büyüktü. Kapının iki kenarından sallanan sarmaşıklar doğal bir hava katsa da bunun yapay olduğunu biliyordum. Aksi taktirde bu kadar canlı duramazdı. Zili çalıp açılmasını beklerken arkamda ki duvara yaslandım. Kapüşonlumun ceplerine ellerimi soktum ve kapının açılmasını bekledim. Zaten hava karanlıktı ve burada fazla dikilmek istemiyordum. Kapı açılırken bende olduğum yerden doğruldum. "Geldin." dediğinde aklım aylar öncesine gitti. "Gidiyorsun." ağzımdan dökülen kelimeler sonunda bana doğru bir kaç adım attı. "Kalmam için sadece sen varsın."  yere bakıp ayaklarının görüş alanıma girmesini izledim. Başımı kaldırdığımda gözleri ile karşılaştım. "Devrim, lütfen bunu daha fazla yapma." gözlerine bakarken ellerimi saçıma gitti ve saçımı açtı. Tokamı cebine atarken tek kaşımı kaldırıp omzuna vurarak içeriye girdim. "Sana bir şey söylemem gerekiyor." arkama bakmadan ilerlemeye devam ettim.

   Salıncakta oturarak izlediğimiz korku filminin en kötü yerindeydik. Işıklar kapatılmış ve herkes yerlerini almıştı. Çağla ve Can önde tüm detaylara bakarak izlerken Barış ve Bora yan yana oturuyor, Kumru ve Uğur, Devrim ve Oya. Bense tavana sabitlenmiş bu büyük salıncakta bağdaş kurarak korkunca ne yapacağımı düşünüyorum. Önümüze birden hortamış bir kadın çıktığında çığlık atarak mutfağa koştum. Arkamdan kahkaha seslerini umursamadan titreyen ellerimle bardak alıp su doldurdum. "Sizin aklınıza uyarsak sonuç bu işte." diye söylenirken birden yanımda kıkırdama sesleri geldi. Tekrar çığlık atacaktım ki suyu o bedenin üzerine boşalttım. Üzerinde ki siyah tişört ve yüzü ıslanan Devrim bana döndüğünde onu izliyordum. "Pardon şey oldu." dediğimde bileğimden tutup ve yukarıya sürükledi. Bilmediğim bir odanın kapısı açın beni içeriye çektiğinde kaşlarımı çatıp ona baktım. "Ben üzerimi değiştirene kadar burada beni bekleyeceksin." dediğinde hemen arkama döndüm ve konuşmaya başladım. "Emredersiniz." dediğimde çantanın fermuar sesi kulaklarıma değdi. Oflayarak arkama bakmadan volta atmaya başladım. Bir yandan da camdan dışarıya bakıyordum. Yansımasını camda gördüğümde tam arkama dönecekken kollarını cama sabitledi ve beni ortasına aldı. Ellerine bakarken kırmızı bir ip gördüğümde hemen eline sarıldım. "Hey, hey!" diye elini çektiğinde kaşlarımı çatıp üzerine yürüdüm. "Devrim, o sendin." dediğimde belimden tutup beni kendine çekti. "Kimim?" dediğinde gözlerim dolmaya başlamıştı. "Yapma ne olur yapma..." gözlerimden yaşlar süzülürken başımı omzuna yasladım. "Güzelim ağlama." dediğinde yüzümü ellerinin arasına aldı. Bana öyle değişik bakıyordu ki ne yapacağımı bilmiyordum. "O gece ki prens sendin." dediğimde hafifçe başını salladı daha sonra ise bileğinde ki bilekliği gösterdi. "Bunu neden yapıyorsun? Canım acıdığını bilmiyor musun Devrim?" göğsüne vururken hıçkırıklarım da beni ele geçirmişti. Artık herkes duyabilirdi. Çünkü kimse umurumda değildi. Ama aklıma firar eden bir başka cümle daha vardı. "Eğer o kişi bensem ilgilendirir." madem öyleydi o zaman neden Hakan denen çocuk da bunu bana söylemişti? Doğru söyleyen kimdi? Yavaşça yere düşerken oda benimle düştü. Kafamı göğsüne yasladım ve burada kalmayı diledim. Ellerini bedenime sararken kafasını omzuma gömdü. Benimse aklımdan geçenler tamamen bir kara delikti. Doğru söyleyen kimdi? Hakan mı, Devrim mi?

Okulumuzun EtrafındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin