çünkü anneler çocuklarının büyümesinden korkarlar
yeosang'ın bakış açısı,
Yutkundum.
Ufak bir şaşkınlıktan sonra etrafımızda dolanan garip aurayla evlerimize gitmiştik. Annemlerle zoraki bir şekilde selamlaşıp banyoya koşmuştum ve işte, yerdeki kıyafetlerimin yanında, aynanın karşısında dikiliyordum. Dün gecenin izleri bir illüzyon gibi beni içine çekiyordu. Aynanın karşısındayken dünü hatırlamaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Yeniden, yutkundum.
Sıcak suyun altında cildim yanarken derin bir nefes verdim. Güzeldi. Mingi'ye her şeyi öğretmek bana da yeni bir his vermişti. Tüm gece gülüşüp saçmalamıştık. Şarap şişesini maket olarak kullanıp korunmak için neleri nasıl kullanacağını anlatırken beni dikkatlice dinlemesi en komik olan kısımlardan biri olmalıydı. Bunca yılın ve bunca başlangıcın üstüne yeni bir tane koyuyor gibiydim.
Su tüm vücudumu temizledikten sonra omuzlarıma attığım ve sarındığım bir havluyla yatağıma uzandım. Böyle, sadece havluyla durmak hoşuma gidiyordu. Yeni yıkadığım saçlarım beyaz yastık örtüsü üzerinde dağılırken gülümsedim. Önümüzdeki iki üç sabah hoş bir şampuan kokusuyla uyanacaktım. Yataktan kalkıp havlumun omuzlarımdan kayarak yere düşmesini izledim. Annem havlumun yerde olduğunu görürse kızacaktı ama kumaşların cildimde bıraktığı his hoşuma gidiyordu.
Üstümü giydikten sonra yatağın üzerindeki eşofman altıyla göz göze geldim. Sıcaktı, aile evindeydim, üstümdeki tişört gayet uzundu. Eşofmanı buruşturup dolaba geri attım. Giymeyecektim. Saçlarım omuzlarıma ve enseme değip tişörtümü ıslatıyordu. Banyoda saçlarımı sıkıp bıraktıktan sonra omuzlarıma geri bıraktım. Ne saç kurutmanın sesiyle ne toka iziyle uğraşmaya halim vardı.
"Komşu!"
Gelen sesle başımı açık pencereye çevirdim. Mingi gülümseyerek el sallıyordu. Üstünde kenarları eskimiş beyaz bir bornoz vardı. Siyah havalı bornozları sadece playroomu olan kötü adamlar falan giyiyordu galiba. Ama bundan daha önemli bir detay aklıma takıldı. Bu pencere hep açık mıydı? Beni giyinirken görmüş olabilir miydi? Gerçi yeni gördüğü bir şey değildi ama yine de bir miktar utanıyordum.
"Merha..."
Tam cevap verecekken odama gelen annemle pencereyi kapattım. Annem çatık kaşlar eşliğinde beni süzüyordu. Mingi ile konuştuğumu görmüş müydü? Belki de sadece tişört giydiğim için açık bacaklarımda ve boynumda görünen izlerden -dün gecenin izlerinden- rahatsız olmuştu. Elimle boynumu az da olsa kapattım.
"Yeosang! Saçlarını kurulamamış halde pencere önünde duruyorsun! Yirmiyi geçtin hala kendine bakmayı öğrenemedin! Otur bakayım yanıma."
Yanına oturduğumda omzuma küçük bir havlu koyarak saçlarımı taramaya başladı. Annemin ne kadar iyi kalpli olduğunu unuttuğum için kendime kızıyordum
"Yeosang... Bir şey diyeceğim ben sana ama ne düşünürsün bilmiyorum."
Saçlarımı nazikçe açarken gülümsediğini görmesem de anlayabiliyordum.
"Senin sevgilin, Seonghwa... Onunla bir görüşelim diyoruz. Telefonda konuştuk ama yüz yüze de bir tanımak istedik. Sorgu değil merak etme, tanışmak istedik sadece."
Beni kırmamak için kelimeleri seçiyordu. Yabancı biri gibi hissetmiştim. Seonghwa ile ayrıldığımızı da illa ki duyacaktı. Saklamanın anlamı yoktu. Omzumdaki havluyu kucağıma çekerek anneme döndüm. Elinde tarakla tepkimi inceliyordu ve ben yabancılık hissinden kurtulamıyordum. Yönelimimi söylediğimden beri bu his benimleydi.