son1!
(son bölüm not kısmı olacak. bu bölüm finalimiz.)
hayat devam ediyor
yeosang'ın bakış açısı,
Bir günün özel olduğunu belirten en önemli şey o gün bir tartışma, kavga ya da telaş olmasıdır. Küçükken bunu sadece kendi evimde oluyor sansam da büyüdükçe her evde olduğunu fark etmiştim. Okulda olacak bir gösteri, düğün, bayram ya da doğum günlerinde evimizde sürekli bir gerginlik vardı. Bu yüzden mutlu olmam gereken günlerde tam aksine stresli hissederdim. Küçükken dizilerdeki o her yere bayram havasında giden aileleri kıskandığım için ağladığım bile olmuştu. Biz niye öyle olamıyorduk?
Belki de insanları bu kadar geren mutlu olma "gerekliliğinin" kendisiydi. Bu mecburiyet hissi...
"Annecim neden bu bavulu getiriyorsun? Kaç kere dedim sığmıyor buna diye! İnatsınız gerçekten bir baban bir sen."
"Anne duyamıyorum, mutfaktayım."
"Tamam duyma zaten duysan ne olacak! Getirmişsin getireceğini yine ben yapıyorum işini. Ben olmasam kim yapacak bilmiyorum zaten."
Elimdeki çırpıcıyı kenara koyup saate baktım. Annemin "kaldırıyorum kalkmıyorsun" lafları eşliğinde uyanmam gereken saatten iki saat sonra uyanmıştım. Bir buçuk saat sonra meydanda hem gidişimiz için hem de doğum günü için ortak bir eğlence düzenlenecekti ve ben hala pijamalarımla pasta çırpıyordum. Annemin söylenmeleri ise hiç destek olmuyordu.
"Yeosang! Ne giyeceksin?"
"Yatağın üstündeki beyazları! Koydum ben onları oraya zaten."
"Annem bunlar ütülü değil ya!"
"Fark etmez, giyerim yine!"
"Kaç yaşına geldin niye akşamdan koymuyorsun bunları annecim? İlla küçük çocuk gibi söylemek mi lazım?"
Derin bir nefes verip karışımı çırpmaya devam ettim. Annemin ayak seslerini duyuyordum. Birazdan mutfakta olurdu.
"Yeosang soru soruyorum niye cevap vermiyorsun? Niye akşamdan hazırlamadın bunları, bak şimdi uğraşıyoruz."
Bu her annenin huyu muydu yoksa benimkinin öğretmen olmasından mı kaynaklıydı bilmiyordum ama durum ve şartlar ne olursa olsun sürekli soru soruyordu. Cevap vermediğim zaman ise niye cevap vermediğimi sorardı ve bitmek bilmeyen, artan bir gerginlikle devam eden o döngüye girerdik.
"Hazırladım da ütü gelmedi aklıma işte."
"Gelecek ama. Neyse, yine ben yapacağım. Mutfağı batırmıyorsun değil mi?"
"Temiz şu an."
"İyi, hızlı ol geç kalacaksın yoksa."
Annem mutfaktan çıktığında karışımı aceleyle başka bir kaba aldım. Biraz soğuduktan sonra keke döküp dolaba kaldırsam tamam olacaktı. Bugün Mingi ile buluşacaktık, Mingi'nin doğum günüydü. Her şey güzeldi ve güzel olacaktı.
Koşa koşa odama geldiğimde dün gecenin anısıyla gülümsedim. Tam gece yarısında NEro'yu da alarak penceremden inip Mingi'nin penceresini tıklatmıştım. Pencere önündeki minik buluşmamız ve duvara yaslanmam, büyük öpücüklere ve sarılmalara dönecekken Mingi'nin ailesinin doğum günü kutlaması için seslenmesiyle bölünmüştük.
Bugün ise Mingi tamamen benimdi. En güzel kutlamayı yapacaktım. En kötü kısmı ise bugünün gece yarısı uçağımız olmasıydı. Yine de, ayrı geldiğimiz bu yolu beraber dönecektik.