yaz sabahı
yeosang'ın bakış açısı,
Sevgiliyle yumuşacık yatakta güzel kokular eşliğinde sarılarak uyanmak... Cidden bunu yapabilen var mı?
Sabah yedide başlayan alarmı dört kere erteleyip yirmi üç dakika gecikmeli kalktığımda Mingi yorganı kafasına kadar çekmiş ve iyice yayılmıştı. Benim de ondan pek bir farkım yoktu. Yatakta dönmekten yamulan kıyafetlerimi düzelttikten sonra parmaklarımı gelişigüzel şekilde saçlarımdan geçirdim. Ağzımdaki acılığı gidermek için masadaki yarım kalmış çikolatalardan birini ağzıma attığımda yüzümü buruşturdum. Erimiş çikolata sabah için kesinlikle berbat bir seçimdi.
Şişen yüzümü ellerimin arasına alıp sessizliği dinlediğimde gözlerimi kapattım. Kimse uyanmamış olmalıydı. Ben de biraz daha uyusam sorun olmazdı, değil mi?
Sıcak yorganın altına geri girdiğimde refleksle Mingi'ye sarıldım. Temmuzda olabilirdik ama sabahları hava soğuktu. Sarılı kollarımdan birini çekerek telefonumu elime aldığımda kilit ekranındaki fotoğrafa bir süre baktım. Mingi, duvar kağıdım için >.< emojili tatlı bir çizim yapmıştı ve ben de onun için bir hehetmon çizmiştim. Dürüst olmak gerekirse bu tarz romantik fikirler benden değil Mingi'den çıkıyordu.
Bildirimleri hızlıca kontrol edip telefonu kapattığımda derin bir nefes verdim. Okul sıkıcıydı, bölümüm sıkıcıydı, büyük ihtimalle ileride bulacağım iş de sıkıcı olacaktı. "En azından düzgün bir memur" olmak için bu düzeyde bir sıkıcılığa katlanmak ise gerçekten yorucuydu. Telefonu ve okulu bırakıp Mingi ile burada yaşamayı her şeyden çok istiyordum.
Telefonu elimde döndürürken belime sarılan kollarla gülümsedim.
"Yeosang, uyandın mı?"
Mırıltılarla onayladığımda dudakları omzumla boynum arasında hızlı bir yol çizdi. Bunca sıkıcı şeyin arasında hafif serin yaz sabahında belimde gezen soğuk eller ve boynumda gezen dudaklar vaha gibiydi. Yediğim çikolatanın bir kısmını Mingi'ye uzattığımda yüzünü buruşturdu.
"Erimiş ama bu."
"Olsun."
Çikolatayı sanki dünyanın en acayip şeyini yiyormuş gibi yemeye başladığında gülümsedim. Yataktan güçlükle çıktığımda soran bakışlarla bana baktı.
"Nero'ya mama koyacağım."
Başını tamam anlamında salladığında odadan çıktım. Bizim uykudan dolayı mayışmış sıcacık odamızdan sonra koridor buz gibiydi. Ayaklarımın dibinde daireler ve sekizler çizen Nero'yu atlatıp mama poşetinin yanına gittiğimde minik patileri hala beni takipteydi. Mamasını koyduğumda ise hızlıca yemeye başladı.
Kısa zamanda tecrübe ettiğim kadarıyla bir kediye bakmak zordu. Çok hareketliydi ve sadece kendi istediği zaman sevebilirdiniz. Bunun dışında tırnak kesmek, kum değiştirmek gibi can sıkıcı sorumlulukları da vardı. Yine de Nero, bizi aile yapıyor gibi hissediyordum.
Bunu sesli söyleyemesem de geleceği kafamda kurmaya başlamıştım. Sesli söyleyemiyordum, çünkü bir buçuk aylık bir ilişkide bu kadar ciddi düşünmem Mingi'yi korkutabilirdi. Korkan tek kişi de o olmazdı, önceden hiç böyle şeyler düşünmeyen "özgür" bir insan olduğum halde şimdi bu tip fikirleri aklımdan çıkaramaz olmuştum. Bunun sebebi bu ilçe miydi yoksa biten üniversitem ve büyüyen yaşımla gelen aile kurma hissi miydi bilmiyordum.
Diğer yanda ise Mingi ile sevgili olduğumdan haberleri bile olmayan ailem vardı.
Yüzümü yıkayıp odaya döndüğümde Mingi bir şeyleri aceleyle arkasına sakladı.