son3!
su kıyısında
yeosang'ın bakış açısı,
Sanki yemekhanedeki son tabağı almışım da beğenmediğim için yememişim gibi hissediyordum. Benim yerime onu bir başkası alabilir ve hepsini yiyebilirdi ama hayır, onu ben almıştım ve şu an köşesinden sadece bir ısırık alınmış halde tabağımdaydı. Büyük ihtimalle bir sonraki durağı da bulaşıkhane çöpü olacaktı. Ne israf ama...
Hayatımdaki hiçbir şansın hakkını da aynı bu şekilde verememiştim.
"Yemeyeceksen ben yiyeyim, sen de kolamı içersin."
Duyduğum sesle yalnız olmadığımı hatırladım. Yalnız değildim, aldığım bir tabak hayatımı paylaşacak biri vardı. Mingi, hayatımın "köşesinden ısırılıp bırakılmış" olmasına engel olan şeydi. Her lokmada mutluydum, üzgün olduğumda bile hakkımla üzgündüm.
"Kola sevmez misin?"
Dışarıdan yemek yemeyi seven biriydim. Kola ise bu yemeklerin ayrılmaz bir parçasıydı. Mingi hakkında yeni bir şey öğreniyordum. Kafasını iki yana sallayıp "cık"ladı.
"Sevmiyorum. Biraz şey geliyor... nasıl desem? Asitli. Patlıyor böyle kabarcıklar."
Eliyle yukarı çıkan yuvarlaklar yaptığında gülmemi tutamadım. Mingi bazen çok olgundu, ailemle hiç bilmediğim konular hakkında saatlerce konuşabilecek kadar donanımlıydı. Bazen ise böyleydi, tatlı ve minicik. Sorularımı büyük bir teoriyi cevaplar gibi heyecanla cevaplıyordu bu yüzden ona daha çok soru sormak istiyordum.
"Çok tatlı anlatıyorsun."
"Ben mi? Sen mi diyorsun bunu?"
"Neden, diyemez miyim?"
"Dersin de... Sen tane tane, yavaş yavaş konuşunca daha tatlı oluyor. Sanki ağzın o kadar küçük de kelimeler zor çıkıyor gibi...
Sakin ve biraz peltek konuşmamın bu zamana kadar hiç bu şekilde betimlenebileceğini düşünmemiştim. Gülümseyip Mingi'nin kolasına uzandım. İltifata karşı neler diyebileceğime çalışmam gerekiyordu çünkü şu halimle sadece utanıp başka taraflara bakıyordum.
"Bak işte! Ağzın o kadar minik ki gülmek için bile küçük küçük hareket ediyor."
"Küçük öpmüyorum ama."
Utançtan yüzümü kapattığımda masanın altından bacağımı dürten ayağı hissederek gülümsedim. Bu defa Mingi de utanıyordu ve yanağına attığı lokmayla gülmemek için büyük çaba sarfediyordu.
Sanırım ikimiz de tatlıydık.
Mingi bir tık daha çok...
;
"Ayak numaran büyük olduğu için bir süre eve kapanıp hayatı sorgulayacağım."
"Uğraşmasana benimle!"
Yemekten sonra köşedeki büyük ihtimalle çakma ayakkabı satan dükkana girmiştik. Sandaletlerimle neredeyse tüm yerleşim yerini kırk kere turladığım için tabanları yıpranmıştı ve ayaklarımı yakıyordu. Görevliye ayakkabı numaramı söylediğimden beri ise Mingi durmadan konuşuyordu.
"Ellerin de uzun aslında... Çok minik duruyorsun ama minik değilsin. İstediğinde cep boy oluyorsun sanki."
Mingi'ye dönüp göz devirerek gülümsedim. Ellerimin de uzun olduğunu defalarca kez duymuştum. Hiçbir avantajı olmasa da hoşuma gidiyorlardı, estetik duruyorlardı.