üçüncü kişi
yeosang'ın bakış açısı,
Kabarık saçlarım ve modayı ağlatan kombinimle ilçe merkezine geldiğimizde ortama şahane bir uyum sergilediğimi gördüm. Burada herkesin saçı dağınıktı ve kimsenin doğru dürüst bir şey giydiği yoktu. İçimdeki tavuk yemekle meşgul olan şeytan "Hadi yine iyisin herkes kötü giyinmiş, çok rezil olmadın." deyip tekrar tavuğuna dönmüştü.
İçimdeki melek?
Mingi yol boyunca elimi tuttuğu için çoktan heyecanlanıp bayılmıştı.
"Amerikan bezinden beş metre evet. Yok yok şu kahverengi olandan ver."
"Deve tüyü mü abla?"
"Ay ne tüyüyse işte! Veriver ondan."
"Tamam abla depodan getireceğim bekle sen."
Kırk beş dakika. Tam kırk beş dakikadır bizden önce gelen müşterinin alışverişinin bitmesini bekliyorduk. Kumaşçı küçük bir dükkandı, beyaz boyalı duvarları nemden kabarmıştı ve tozlu, gıcırdayan bir zemini vardı. Camındaki kocaman kırmızı yazı yer yer eskimiş ve kopmuştu. Görevlisi ise sanırım bir lise öğrencisiydi ve oldukça gayri resmi bir konuşma tarzı vardı. Mingi etraftaki kumaşlara bakıp birkaçının fotoğrafını çekerken ben köşedeki kaplaması yırtık tabureye oturmuş, telefonumda en son yıllar önce oynadığım şekerli bir oyunu oynuyordum. İlk çıktığında nedensiz bir şekilde popülerleşen diğer her şey gibi aniden unutulmuştu. Yine de yeniden bağımlı olması kolaydı.
"Sıkıldın mı?"
Kafamı telefondan kaldırdığımda Mingi ile göz göze geldik. Dizlerini yere koyup yüzlerimizi -neredeyse- eş hizaya getirmişti.
"Hayır, rahat ol. Sen kumaş bulabildin mi?"
Dudaklarıma minik bir öpücük bırakıp gülümsediğinde etrafı kontrol ettim. Mingi'nin görülüp görülmemek gibi bir derdi yok gibiydi.
"Buldum. Ama iki kumaşta kararsızım. Sen seçmek ister misin?"
"Ben bu alanda bir şeyler bilmiyorum ama..."
"Kumaşlara dokunmayı seviyorsun değil mi? İlla uzman olmana gerek yok. Gel hadi."
Kolumdan nazikçe tutup dükkanın öteki köşesine yürüdüğünde gülümsedim. Hakkımdaki küçük ayrıntıları aklında tutması hoşuma gitmişti. Özel günler, tarihler gibi şeylerdense bunları hatırlıyordu. Bu, özeldi.
"Sağ elindeki saten, sol elindeki atlas. Bu ikisi aynılar ama dokuları farklı."
Dükkanın kuytu bir yerindeydik ve kumaşların güzelleşmesinden anlıyordum ki burası satılmayan pahalı kumaşlar bölümüydü. Mingi bu iki kumaşı elime tutuşturmuş daha sonra gözlüğünü takıp diğer kumaşları incelemeye başlamıştı.
Gözlük takınca daha çekici olduğunu biliyor musunuz? Eh, artık biliyorsunuz.
"Bunları neye göre seçmeliyim? Bir model ya da ne bileyim dikkat etmem gereken..."
Parmaklarını belimde hissettiğimde gözlerim açıldı. Burada bir şeyler yapmayacaktık değil mi? Elleri belimden enseme kadar bir yol çizdiğinde gözlerimi yavaşça kapattım.
"Seni buradan buraya çıkaran kumaşı seç."
Dediğini anlamıştım. Sol elimdekini Mingi'ye uzattım.
"Bu daha güzel geldi. Yani sanırım dediğin şeye daha uygun."
Seçtiğimden memnun kalmıştı. Bunu bakışlarından anlayabiliyordum. Zaferle gülümsediğimde o da gülümsedi.