19,

70 8 5
                                    

ilçede bir gün

yeosang'ın bakış açısı,

"Sıcaktan eriyeceğim artık! Ne zaman bitecek bu temmuz?"

Sıcaktı. Güneş, Dünya'ya kastı varmışçasına ışınlarını gönderiyordu ve arada kavrulan biz oluyorduk. Sinekler, kaşıntılar, açınca biraz olsun serinlemeye yarayan buzdolapları, sıcak havaya inat daha da ısınan ilişkiler... Temmuz sanki bunların hepsini topluyordu ve güzel bir şekilde süsleyerek yaza aşık edene kadar önümüze sunuyordu.

Mingi elindeki yelpazeyi gözlerine siper ettiğinde ayaklarımı suya soktum. Sabahları yakıp geçen havanın akşamları aniden soğuması hastalığa davetiye çıkarıyordu. Burnumu çekip gözlerimi sildim.

Evet, "temmuzda bile hasta olan" o kişi bendim.

Ailelerimiz tanışalı iki gün olmuştu. Korktuğum gibi değildi. İzlediğim, okuduğum hiçbir şeye de benzemiyordu. Birkaç iğneleme, birkaç meraklı soru ve tüm hücreleri görebilecek kadar detaylı bakışlar... Yine de, düşündüğümden daha sıcak bir ortam olduğu kesindi. Babam Mingi'nin ailesini -ağabeyi ve eşi hariç- "çok akıllı, düzgün düşünen insanlar" olarak tanımlamıştı. Bu tanımlamanın olmasındaki en büyük pay ise siyasetti. Çoğu emekli öğretmen gibi aynı siyasi görüşü paylaşan insanlara sempati duyan bir babamın olması işime yaramıştı.

Diğer yandan annem çok sevdiği komşularını artık daha az seviyor gibiydi. Gergin olduğunu her halinden anlıyordum. Her boş zamanda beni övmesi ve sıkça soru sorması bunu belli ediyordu. Yine de bunu pek sorun ettiğim söylenemezdi çünkü Mingi'nin annesi de aynı durumdaydı. Bir süre geçtikten sonra daha rahat edeceklerine emindim.

Mingi'nin babası ise sanırım bizi en rahat karşılayan kişiydi. "Siz ne yaparsanız yapın, beni karıştırmayın." tarzı bir havası vardı.

Nedense bu bana, aileleri benzeyen insanların daha sağlıklı ilişkiler kurabileceğini düşündürttü. Determinizm hakkında hiçbir fikrim olmasa da insanların ailesinden bir parça taşıması sır değildi. Modern çağda kendimizi sürekli geliştiriyor ve medya sayesinde ailemizin çizdiği sınırlardan çıkıyorduk. Belli bir dereceye kadar yarattığımız bu kişilikle devam edebilmek de gayet mümkündü. Yine de ailemiz; en beklemediğimiz anda ortaya çıkan, bulanık geçmişten gelen net duygularla bizi etkisi altına alıyordu.

Mingi ile her ne kadar farklı görünsek de ailelerimiz ve davranış şekilleri benzerdi. Güçlü figürde bir anne, daha etkisiz bir baba, bir büyük kardeş, benzer hayat görüşleri, benzer maddi düzeyler, çocuklarını merkeze almış bir aile... Belki de bu yüzden Mingi ile konuşurken beni anlayacağına bu kadar emindim. Bana dışarıdan, ama çok daha farklı açılardan, bakan bir başka bendi.

"Sevgilim, karpuz yemeyecek misin?"

Düşüncelerimden Mingi'nin sesiyle çıktım. İki gündür bana ısrarla "sevgilim" diye hitap ediyordu. Yetişkinleri taklit eden iki çocuk gibiydik. Sevgi sözcükleri söylüyor ve sonra "bak neler diyorum" bakışıyla birbirimize bakıp gülümsüyorduk.

"Yiyeceğim, sevgilim."

Genişçe sırıttıktan sonra büyük bir dilim halinde kesilen karpuzu elime aldım. İnsanlar bunu bu şekilde nasıl yiyebiliyordu? Dilimlemek daha rahat değil miydi? Sadece ben mi dağınık yiyen biriydim?

"Yarışma sonuçları eylülde açıklanacakmış. Biz büyük ihtimalle Seul'de olacağız."

Elimdeki karpuzu dürterken sesindeki gerginliği fark etmiştim. Mingi, kazanmayı gerçekten seven biriydi. Bir şeyler başarmaktan hoşlanıyordu. Ardından güzel övgüleri, sevgileri toplamaya ise bayılıyordu. Ben de onun mutlu yüzüne bayılıyordum. Bu yüzden evet, kesinlikle kazanmalıydı.

a lucky find ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin