uçurumdan atlamak
yeosang'ın bakış açısı,
Bir insanla tanıştığınızda onun ilk yüzünü görürsünüz. İlişkiniz ilerleyince gördüğünüz yüzler artar ve bir miktar daha karanlığa gömülür. Hatta bazen bu, Güneşin arkasından kıytırık bir el feneri çıkması kadar hayal kırıcı olabilir.
Mingi'nin ilk yüzü tekinsiz bir barın yanıp sönen disko ışığı gibiydi. Parlak ve iç gıcıklayıcıydı ama bu kadar havalı olması güvensiz hissettirebiliyordu. Ama onu biraz tanıyınca bile içindeki renkli, minik ve tatlı lambaları görebilirdiniz. Sıcak ve samimiydi. Netti, sizi içinden yerin dibine sokup bu arada da gülümseyenlerden değildi. Biraz da safçaydı ve bu ona aşırı tatlılık katıyordu.
Yine de bu renkli ve tatlı ışıkların kötü bir yanı da vardı. İnsanlar bu ışıklara öyle kapılıyorlardı ki, Mingi'nin yeteneğini ve zekasını görmezden geliyorlardı. Bu şirin ışıkların gölgesinde o, matematik, moda, müzik gibi pek çok alanla ilgili ve bilgili olan oldukça havalı biriydi. Ve bu beni heyecanlandırıyordu. Onun ne yapacağını asla bilemezdiniz. Ben biliyordum çünkü pencereden pencereye yaptığımız, gittikçe daha uzun süren konuşmalarla iyice tanışmıştık.
Yine de gizli ilgilerini keşfetmeye çalıştığımda bir butiğe girip etek deneyeceğimizi tahmin etmiyordum.
"Yeosang benim bacaklarım çok güzel. Ama üzülme, seninkiler de fena değil."
Mingi altındaki siyah etekle bir o yana bir bu yana döndüğünde gözlerim kendi kırmızı eteğime kaydı. Haksızdı, benim bacaklarım kesinlikle daha güzeldi.
Belki de olayı biraz başa sararak anlatmalıyım.
Sabah ailemle geçirdiğim sıkıntılı bir kahvaltıdan sonra gözüm telefonumdaki takvime takılmıştı. Doğum günüm geçeli bir hafta olmuştu ve şansa bakın! O gün Mingi ile yattığımız gündü. Bu çocuk çok hoşuma gidiyordu ve beni unutması isteyeceğim son şey bile değildi. Arayı fazla açmadan yeniden buluşmalıydık. Neyse ki beni fazla uğraştırmadan buluşma teklifimi kabul etmişti ve butiklerin önünde buluşmuştuk.
Ona sormak istediğim çok şey vardı. Ve eğer bir iş yapacaksanız önce en zorunu halletmelisiniz mantığında ilerleyecektim. Bu yüzden gülümseyerek koluna girdim ve bir butikteki vitrine sıralanmış etekleri işaret ettim.
"Neden sadece kadınlar etek giyebiliyor sence?"
Oldukça felsefik bir tonda sorduğum sorunun amacı kapalı kapılar ardında neyin hoşuna gidip gitmediğini öğrenmekti. Üstelik bu tarz soruların insanların zihninde geriye ittiği düşünceleri de yansıtabileceğini düşünüyordum. Bu konularda pek bilgili olmadığını bilsem de genel yargının aksine bir şeyden hoşlanmak için bilmenize ya da tecrübe etmenize gerek olmadığı açıktı. Yaramaz bir çocuk gibi vereceği tepkiyi izlerken kaşlarını kaldırdı. Ve asla ihtimallere eklemediğim bir tepki verdi.
Modanın eşit olması gerektiğini ve ekonomi ile moda arasındaki ince bağları açıklarken sorduğum soruya pişman olmuştum. Ama bir yandan da bilgisi beni hayran bırakmıştı. Nutuk çekmeyi bitirdiğinde ise beni bir butiğe sürüklemişti ve işte, etek deniyorduk.
"Kırmızı seviyor olman garip ama güzel."
Eteğime bakarken mırıldandığında gülümsedim.
"Hoşuma gidiyor. Canlı bir renk, mutlu edici."
"Biraz da iddialı. Saçım bir zamanlar kırmızıydı ve eğer saçın kırmızıysa normaldekinden on kat daha dikkatli giyinmelisin. Zor günlerdi."