-15

345 40 1
                                    

wooyoung | san

saat iki civarındaydı, herkes beni eve bırakmamaları için farklı nedenleri olduğundan elenmişti. daha basit bir deyişle, burada sıkışıp kalmıştım.

odada en azından biraz olsun ayık olabilecek herhangi birini ararken iç çektim, ama boşunaydı.

ani ayak sesleri yüzünden irkildim ve bir çeşit koruma olarak kollarımı kaldırdım, öldürülmek üzere miyim?

"wooyoung, kolların neden böyle havada?" tanıdık sesin yönelttiği soruyu duyduğumda rahatlayarak nefesimi verdim ve 'kalkanlarımı' indirdim.

"seni ilgilendirmez, beni eve götür."

cevabıma kıkırdadı, "hatırlıyorum da bir süre önce görgü kuralların vardı, ne oldu onlara?" san konuşurken tamamen karanlıktan çıkmıştı.

"b-beni eve götürür müsün?"

"biraz burada kalmak istiyordum ama... sanırım bunu ayarlayabilirim." gülümsedi, gözlerimi devirdim onu evin dışına ve arabasına kadar takip etmeden önce.

arabanın kapısını kapatıp tembel tembel emniyet kemerimi taktım, çok yorgunum. "peki annenle babanın sabahın ikisinde seni içeri alacağını düşündüren nedir, prenses?" sorusunu yöneltirken pis bir sırıtış belirgindi dudaklarında.

"umrumda bile değil." inledim, başım zonkluyordu.

"seni kendi evime mi götürsem?"

çocuğa delici bir bakış attım, derisini kesmeyi amaçlayan bir bakış. "ve bu, bu durumu tam olarak nasıl daha iyi hale getirir choi san?" tükürür gibi çıkmıştı cümlem ağzımdan.

güldü, gayet gerçek bir kahkahaydı. "başın belaya girmez çünkü bu zaman boyunca benim evimde olacaksın, ailelerimiz arkadaş olmamızı istiyor."

çözüm aslında oldukça akıllıcaydı, birlikte olsaydık bizi nadiren sorgularlardı. "pekala." gülümseyip evine doğru sürmeye başladı.
_

sonunda evi görüş alanımıza girmişti, içerideki ışıkların kapalı görünmesi muhtemelen kimsenin uyanık olmadığı anlamına geliyordu. park ettikten sonra sordu, "hazır mısın?" başımı salladım ve yolcu kapısını açtım.

san kapının kilidini yavaşça açtı, sessiz olmaya çalışmasına rağmen bu sadece biri geciktiren korkunç bir hareketti. "san, sadece acele et, önemli değil."

nihayet sessiz evin içine girmiştik, ayakkabılarımızı çıkardık ve parmak uçlarımızda merdivenlerden yukarı çıktık. odasına geldiğimizde tuttuğumuz nefeslerimizi verebildik, ikimiz de gerilmiştik.

hemen yatağına atlamadan önce ceketimi çıkardım ve herhangi bir tarafa doğru yere fırlattım. "bugünlerde oldukça kötü bir tavrın var." fısıldamasını görmezden geldim ve yorganın altına girdim.

"bana bir şort ver, pantolonla uyumaktan nefret ediyorum." gözlerim kapalıyken elimi uzattım. odaya tam bir sessizlik çökünce gözlerimi açıp etrafıma bakmama neden oldu, "neden orada duruyorsun?"

"sana şort vermek istemiyorum."

çocuğa kaşlarımı kaldırdım, "huh?"

"sen, şort giyerken, yatakta." hayal kırıklığı içinde içini çekti.

sonunda söylemeye çalıştığını anlamıştım, "sorun ne? eğer bunu problem ediyorsan hiçbir şey giymeden uyuyacağım."

"wooyoung."

bu bir uyarıydı, anlayabiliyordum.

gülümsedim, "şimdi çıkarıyorum üstümdekileri."

tekrarladı, "wooyoung."

pantolonumu yavaşça indirdim, gözlerinin üzerimde olduğundan ve ona güzel bir ifadeyle baktığımdan emin olarak.

nefesi gözle görülür bir şekilde kesilmişti. kıkırdadım, "yani yüce choi san'ın zayıflığı bu mu? kalçalarım?" onu çok iyi tanımıyor olabilirdim ama en çok nefret ettiği şeyi biliyordum, alay edilmek.

taş gibi bir yüzle emir verdi, "geri giy onu."

imalardan pek anlamazdım ya da nasıl yapacağımı da bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı.

"yaptırsana."

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin