-5

491 51 20
                                    

wooyoung | san

ailelerimizin oturup sohbet etmeye devam ettikleri yemek odasına geri dönmüştük. "ah çocuklar, geldiniz! bay jung da yakında kalkacaklarını söylemişti." bayan choi'nin söylediklerine karşılık başımı sallayıp montumu giymeye başladım.

"aslında woo geceyi burada geçirebilir mi diye merak ediyordum?" san önermişti. woo? pardon?

"ah, ikinizin yakınlaşmasına sevindim. wooyoung kalmak ister misin? memnun oluruz." bay choi hoş bir gülümsemeyle ısrar etti, eğer kabul etmezsem garip olurdu. "elbette kalmak isterim." iç çektim. çok geçmeden annem ve babam gitmişti. "hadi odama dönelim." san sıkıldığını belli eden bir yüz ifadesiyle mırıldandığında peşinden gittim.

içeri girdiğimizde benimle göz teması kurarken yatak odasının kapısını arkasından yavaşça örttü. "ne yapıyorsun?" bana doğru yürümeye başladığında sordum. "pek bir şey değil." gülümsedi. kaşlarımı kaldırarak baktım ve o yüzünde bir boklar yediğini belirten sırıtışıyla bana doğru yürümeye devam ederken bir adım geriledim. içinde yaramazlık barındıran net bir sırıtış...

kendini beğenmiş bir ifadeyle önümde durdu. "bu sefer farklı bir oyun oynamak istiyorum." derin sesiyle konuşurken gözlerime bakmıyordu, tamamen dudaklarımdaydı gözleri. afallamıştım, başımı farklı bir yöne çevirirken gözle görülür bir şekilde yutkundum.

"ne gibi?" aldığım nefesle birlikte dudaklarıma çarpan nane kokulu nefesini soludum.

"bundan sonra dürüstçe ne söyleyeceğine bağlı." konuşurken gözleri yavaşça yukarı çıkarak bakışlarımla buluştu. "ha?" çatılmış kaşlarımla sorguladım. gülümsedi. "erkeklerden hoşlanıyor musun? hayır, bunu yeniden ifade etmeme izin ver; erkeklerle olmayı denemek ister misin?"

nefesim boğazımda tıkandı, önümde duran daha uzun boylu çocuğa bakarken avuçlarım terlemeye başlamıştı, hemen önümde duruyordu. tek bir yanlış hareketle dudakları benimkilerin üstünde olabilirdi ve bilerek büyüdüğüm her şey boşa giderdi.

"hayır." sonunda nefesimi verip cevaplayabilmiştim. "bu...günah." tamamladım.

kıkırdadı. "gözlerin bana bambaşka bir hikaye anlatıyor." arzuyla derinlerine bakıyordu. o bakışın ne olduğundan emin olmasam da arkadaşça bir jest olduğunu düşünecek kadar aptal değildim.

"o zaman gözlerim ne dediğini bilmiyor." gözlerimi odanın herhangi başka bir tarafına kaçırdım. "tabii." mırıldandıktan sonra benden uzaklaşıp yatağına uzandı ve cebinden telefonunu çıkardı.

ben de masasına oturdum ve telefonumu elime aldım. kafasını kaldırıp yüzüme bile bakmadan homurdandı. "gitmelisin, bu hiç eğlenceli olmayacak."

"san, gerçekten ne istiyorsun? aileme sorun çıkarmak istemiyorum." canım sıkılmıştı, beni nasıl kovabilir?

"buraya gel." emreder gibi konuşurken yeniden gülümsüyordu.

tereddütle ona doğru yaklaşıp yatağın köşesine oturdum. san konuşmasına devam etti. "bir oyun oynamalıyız."

"iyi tamam. ne yapmak istiyorsun? "

"seks partneri olalım, ilk aşık olan kaybeder." sanki dünyadaki en mantıklı şeyi söylüyormuş gibi gururla konuşmuştu. bir süre kıpırdamadan oturdum, ağzından çıkan kelimeleri algılamaya çalıştım. "ne halt..?" mırıldanabildiğim tek şey buydu. cennetteki babamız, beni affet.

"biraz isyan etmek istemiyor musun? her zaman çok düzgün giyiniyorsun, her zaman çok resmisin. ama benimleyken öyle olmak zorunda değilsin." açıklamasını yapıyordu.

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin