-12

361 42 1
                                    

wooyoung | san

yeosang bugün de beni okula götürmek için alıyordu, arabasında rahatça oturan çocuğa gülümseyerek el salladım.

nihayet pazartesi günü gelmişti.

"selam, woo." ben yolcu kapısını açarken gülümsedi, kıkırdayarak ben de onu selamladım, "gideliimmm."

ikimiz rastgele şeyler hakkında konuşurken okula girdik birlikte, herkesin içinde en yakın olduğum kişi oydu.

onu yeterince uzun süredir tanımadığımı bilsem de ona erkekler hakkında ne hissettiğimi söylemek istiyordum, gerçi ne hissettiğimden emin değildim ama bunu içimden atmam gerekiyordu.

"pişt, ne düşünüyorsun woo?" yürümeye devam ederken omzumu dürterek sormuştu. iki yana salladım başımı, "yok bir şey." gülümsedim, o da başıyla onaylamakla yetindi ve farklı şeylerden bahsetmeye devam etti.

dolaplarımızın önüne geldiğimizde durduk ve eşyalarımızı aldık, birbirimizin korkunç şakalarına gülüyorduk ta ki biri bizi bölene kadar.

"wooyoung."

kim olduğundan kesinlikle emin olarak arkamı döndüm, iç çekerek cevap verdim, "evet?" kollarını çaprazlamış halde karşımda duruyordu san. "bir dakikalığına benimle gel.". hafifçe salladım başımı ve yeosang'a veda ettikten sonra san'ı gittiği yere takip ettim.

gözlerden uzak bir duvarın önünde durduk, "sorun ne san?" bir şey mi yaptım?

"sadece sana burada ihtiyacım vardı, yalnız."

"ve neden?"

iç geçirdi ve gözlerime dikti gözlerini, o... tedirgin görünüyor.

bir süre yüzüme bakmayı sürdürürken okunması zor bir ifade taşıyordu. rahatsız, kızgın ve üzgün görünüyordu aynı anda.

hemen ardından algıladığım ilk şey dudaklarının dudaklarımın üstünde oluşuydu, öpüşüne karşılık vermekte gecikmedim ama hala kafam karışıktı. kesilen nefesimle kendimi geri çektim, "san neyin var?" sorumu yineledim, o iyi mi?

"sen ve yeosang, ve ben-"

"ne?"

"yani..."

devam etmesi için ısrar ederek kaşlarımı kaldırdım. iç geçirerek uzaklaştı benden, "boşver." ellerini havaya kaldırdı yenilgiyle.

işte o an bir şey fark etmiştim, "san, elini ver." beklentiyle ellerimi uzattım. "neden?"

"gel buraya, hadi."

pes edercesine nefesini bıraktı sertçe, iki elini de avuçları bana dönük olacak şekilde benimkilerin üzerine koydu.

"san-"

"efendim?"

kendi avuçlarına baktı. "yumruğunu ne kadar sıkıyordun?"

şaşkındım, neredeyse kanayacak kadar derin tırnak izleri vardı.

"pekala... yeosang ve sen-"

"yeosang ve ben, ne?"

"... biraz yakın görünüyorsunuz."

kaşlarımı çattım kafa karışıklığı içinde, "çünkü öyleyiz." bir homurtu bırakırken yeniden yüzümü tuttu fakat bu sefer daha sert davranıyordu.

"sen bana aitsin, biz bir oyun oynuyoruz ve bu da etrafta dolanıp benden başkasıyla oynaşamayacağın anlamına geliyor. beni test etme jung."

o öfkeyle yürüyüp giderken donakalmıştım, pardon?

tanrım, sınıfa geç kaldım.

_________

artık öğle yemeği zamanıydı, arkadaşlarım tabaklarındaki korkunç yemekler üzerine kahkahalarla gülüyorlardı. "RESMEN BOKA BENZİYOR." yunho neredeyse çığlık attığında herkes onun ani çıkışına gülmüştü,

"neyse, wooyoung bu sabah san ne hakkında konuşmak istemişti?"

yeosang'ın sorusundaki tek isim tüm masaların dikkatini bana çekmişti. "sadece ailevi şeyler..." hepsi söylediğim yalanı kabullendi ve tekrar çılgınlıklarına döndüler.

bizim aramızda ise yunho konuşmayı sürdürdü, "yani bu durumda, sen ve san arkadaş mısınız yoksa akraba mısınız?" iç çektim, "ikimiz arkadaş değiliz... ya da akraba, ailelerimiz arkadaş ve hepsi bu." aslında ne olduğumuzdan emin değildim, tek emin olduğum şey çıkıyor olmadığımızdı.

jongho güldü, "yine de yakın görünüyorsunuz, sizi her zaman köşelerde falan konuşurken görüyorum."

"evet, gizli aşıklar gibisiniz." hongjoong kıkırdayarak eklediğinde diğerleri de onunla beraber gülmüşlerdi.

buz kestim bir an, bunu umursarlar mıydı?

"pfffft imkansız, ben heteroseksüelim ve o da öyle." gülmeyi denedim fakat çok zorlamaydı.

daha çok güldüler, "biliyoruz biliyoruz, buradakilerden yeosang ve hongjoong değil gerçi." yunho ikisine de gülümserken eklemişti.

yeosang alay etti, "bunu, buradaki en gey sen değilmişsin gibi söylüyorsun."

"sessiz olun, insanların duymasını istemeyiz." jongho fısıldadığında ben sersemlemiş halde kalakalmışken diğerleri başlarını sallayarak katıldılar ona.

onlar... eşcinsel mi?

bu onların homofobik olmayacakları anlamına geliyordu, aslında... olamayacakları.

"sen... homofobik değilsin, değil mi?" yunho, yüzümde herhangi bir rahatsızlık ifadesi arayarak sordu. "hayır hayır, ben sadece şaşırdım." samimiyetle güldüm, tüm masa rahatlayarak nefeslerini verdi ve yemeğe geri döndüler.

____

günün son dersindeydik ve bugün san'la neredeyse hiç konuşmamıştım, o tuhaf diyalog dışında.

arkadaşlarımla sohbet ederek birlikte sınıftan çıktık, hepimizin ortak olan tek dersi buydu.

"wooyoung, topluca yunholarda takılacağız, gelmek ister misin?" yeosang yürümeye devam ederken sormuştu, kabul ettim başımı aşağı yukarı sallayarak. "tabi."

"harika, seni alırım." gülümsedi.

kol kola çıktık okul binasından. "seni eve bırakmamı ister misin?"

"elbette-"

"gerek yok."

bir ses lafımı böldüğünde, bu sabahki gibi kollarını kavuşturarak bekleyen san'a döndük ikimiz de. "eve yeosang ile gitmek istiyorum-"

"ne kötü."

iç çektim ve sarılmak için yeosang'a döndüm, "wooyoung. şimdi."

yeosang başıyla gitmemi işaret ederken bana el salladı. san'ı arabasına kadar takip etmeden önce ona küçük bir "özür dilerim." mırıldandım dudaklarımın arasından.

"bunu neden yaptın?"

"seni eve götürmek istiyorum."

"pekala, ama ben yeosang ile gitmek istiyordum."

"pekala, ama benimle geliyorsun."

homurdanarak yolcu koltuğuna oturdum.

"emniyet kemerini tak."

"hayır."

"evet."

"hayır."

"evet."

"hayır."

"hemen şimdi emniyet kemerini takmazsan, benden korkunç bir şey bekleyebilirsin."

uyarıya sinerek emniyet kemerini takmadan önce inledim, "pekala... tanrım." bana küçük bir gülümseme sundu ve nihayet sürmeye başladı.

"yeosang'tan hoşlanmıyorum."

alayla karşılık verdim, "ve ben de bunu umursamıyorum."

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin