-27

296 37 4
                                    

wooyoung

sessizce kampa sürüyorduk, ailemin benden biraz bıktığını söyleyebilirdim ama umursamaya zamanım yoktu. san'ı görmek için sabırsızlanıyorum.

"sadece üç günlük bir kamp, tamam mı?" (Y/N: aslında ilk başta bunun hakkında bir şey söyledim mi ya da kaç gün dedim hatırlamıyorum, böyle devam ediyoruz.) , dedi annem dikiz aynasından bana bakarak. "biliyorum, anne."

kampa girerken bana tatlı tatlı gülümsedi, "çantalarını taşımana yardım edeyim mi?"

başımı iki yana telaşla salladım, "hayır, bu utanç verici olur, doğru düzgün bir çantam var zaten." arabadan indim ve çantalarımı alıp aileme el sallayarak veda ettim.

"woo!!!"

hızla arkamı döndüm ve yeosang'ın gülümseyen yüzüyle karşılaştım, ne? "yeosang? YEOSANG!!!"

"bekle, burada olacağını bilmiyordum." diye içini çekti mutlu bir şekilde.
"ailem kilise kampı gezisine gelmemi istedi."

başını salladı, muhtemelen onu da buna zorlamışlardı.

bir danışmanın yanına gittik ve bizi kulübemize yönlendirirken bize iki saat boş zamanımız olacağını, ardından kiliseye gideceğimizi söylemişti.

"ew, çok küçük." yeosang dayanıksız kabinle alay etti, kesinlikle... beklediğimizden farklıydı.

açıkçası umursamıyordum, aklımda tek bir şey olduğundan gerisini gerçekten önemsiyor değildim; san.

"san'ı gördün mü?" çantalarımı beş yataktan birine koyarken sorduğumda yeosang başını salladı. "o da mı burada? ailelerimiz gerçekten ayrı bir dünya."

nerede o?

kampın etrafında biraz dolaşmaya başladık, bu benim fikrimdi, bu sayede kurnazca arayabilirdim... böyle söylemeye cesaret edebilirsem, erkek arkadaşımı.

iki saatimiz bitmek üzereydi ve ben hala san'ı görememiştim, babası öğrenmiş miydi? bu korkunç düşünceyi beynimden attım, hayır kesinlikle öyle olmadı.

"kulübeye geri dönelim, sıkıldım." diye içini çekti yeosang, içten içe reddetmek istiyordum ama yapamayacağımı biliyordum.

yeosang kolunu omzuma koyarak yürürken başımı salladım, kesinlikle rahat hissettiriyordu.

kulübeye yaklaşırken yüzümüzde gülümsemeler vardı. şanslıyım ki yeosang beni nasıl neşelendireceğini gerçekten biliyordu.

"woo?"

bal sesi kalbimde bir ateş yakmış gibi hissettirdi, normalde konuşamadığım ses, sannie'm.

etrafta danışmanlar varken üzerine atlayamayacağımı biliyordum ama öyle çaresizce istiyordum ki.

ona o kadar çok dokunmak istiyordum ki.

gülümsedim, "san." neredeyse yeosang'ın benim ve onun hakkında bir şey bilmediğini unutuyordum, muhtemelen yakında ona söylemeliyim.

bana kabine girmemi işaret etti, içeride başka kampçı olmadığından şimdilik sadece üçümüzdük. "gel de sana sarılayım."

yeosang kaşlarını kaldırarak bana baktı, belli ki bu sözler biraz kafası karışmıştı. ona her zaman san'la yakın olduğumuzu söylüyordum ama asla sarılacak kadar yakın olduğumuzu söylemedim.

kapıyı kapattığımda san belime sıkıca sarıldı, ben de bu sürede göğsüne doğru gülümserken kokusunu içime çektim.

"yeosang biliyor mu?" sarılırken boynuma fısıldadı.
"hayır..."

başını salladı ve benden ayrıldı. yeosang tamamen şaşırmış halde öylece bakmaya devam ediyordu.

san, kollarını yeosang'a doğru açarak güldü, "sen de sarılmak ister misin?"  yeosang hızla reddetti ve san'ın kucaklamasından kaçındı. "h-hayır ben iyiyim-"

"emin misin?"

yeosang beceriksizce gülümserken tekrarladı, "evet h-harikayım."

san, klübemizin diğer üyeleri gelene kadar yeosang'ı rahatsız etmeye devam etmişti ki onlar odaya girince çığlık attım,
"YUNHO? HONGJOONG?"

ikisinin de gözleri genişledi, "wooyoung? neden buradasın?" yunho, sarılmak için yaklaşırken konuşmuştu.

san'ın arkamdan bakışlarını hissediyordum bu yüzden yunho'ya hızlıca sarılıp geri çekildim, "ailem beni zorladı."

"bizim için de geçerli," ikisi de kalan iki yatağa eşyalarını bırakırken iç çektiler.

"yemekhaneye gitmemiz gerekmiyor mu? sonra da törene." dedi yeosang, hepimiz sohbet ederken. herkes onayladı ve sıkıntıyla inledi bir yandan, kimse kamp yemeği yemek istemiyordu.

pek bir fikrimiz yoktu, ama büyük olasılıkla kötü olacaktı.

yemekhaneye doğru yürürken, "sannie, açlıktan öleceğim," diye sızlandım. diğerlerinin biraz arkasından yürüyorduk, biraz yalnız kalmak istemiştik.

"hayır ölmeyeceksin, iyi olacak." nefesini verirken belimi anında bırakmadan önce hızlıca sıktı.

yemekhane son derece sessiz, hatta garipti. bu kamp tamamen saygılı ve hristiyan olmakla ilgiliydi, bu yüzden böyle görüneceğini tahmin ediyordum.

danışmanlar onları yakından izlerken herkes fısıltıyla konuşuyordu, tuhaffffff.

"sannie--"

"şşşşt, burada söyleme."








sanırım sandığım kadar özgür olmayacağız.

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin