-4

490 57 16
                                    

wooyoung|san

bakışları resmen kafamın içine nüfuz ediyordu, yine de onunla göz teması kurmaya cesaret edemiyordum. bunu neden bir yemek masasında yapmayı tercih ediyordu ki?

ailelerimiz birbiriyle sohbet ederken o da benim karşımda oturuyordu. gerçi biz birbirimize tek kelime etmemiştik.

tek yaptığı öylece gözlerini dikip bakmaktı, yemek yediğinden bile emin değildim. bense bir kez bile ona bakmadan yemeğimi yemeyi sürdürdüm.

"ah san, neden wooyoung'a etrafı göstermiyorsun? " annesi aniden konuştuğunda san yüzünde beliren hafif bir gülümsemeyle onu onayladı. bu gülümsemeyi hiç sevmemiştim.

san sandalyesinden kalkıp elini bana uzattı, "hadi gidelim, sana odamı göstereyim." "pekala." cevap verirken küçük jestinden kaçınmıştım, herkesin önünde elini tutmama imkan yoktu.

yürümeye başladığımızda san arkamdan gelirken bakışlarının üstümde olduğunu hissedebiliyordum, ona dönüp neye baktığını sorgulamak istesem de bunu yapacak cesaretim yoktu.

"benim sana etrafı göstermem gerektiğini biliyorsun değil mi?" güldü, önünde olduğumu fark ettim ve hızla arkasına geçtim. "üzgünüm, önünde olduğumu fark etmemiştim, kusura bakma." ondan başka her yere bakarak konuşmuştum. üstümdeki bakışları kaldırılamayacağım kadar fazlaydı.

gittiği yere onu takip etmem konusunda mırıldandı.

onun odası olduğunu tahmin ettiğim bir kapının önünde durduğumuzda iç çekerek kapıyı açtı. "gir." başımı sallayarak onayladım ve geniş odaya adımımı attım, oldukça büyüktü.

sade ve şıktı. benim en sevdiğim renk olan beyazla döşeli odamın aksine, san'ın odası çoğunlukla gri ve siyahtı.

"beğendin mi?" yatağına otururken sordu, onayladım ve biraz daha etrafa baktım. "buraya gel." hemen yanını eliyle patpatlayarak gösterdi. bugün ellinci kez başımı salladım ve yanına oturdum.

"neden benimle konuşmuyorsun?" aniden sorduğunda yüzüne bakmadan cevap verdim. "bilmiyorum." etrafımızdaki hava o kadar gergindi ki. durumumuz oldukça garipti, fazla resmiydik.

"her zaman böyle ciddi misin?"

"evet."

"ah..."

bu kısa sohbet rahatsızca kıpırdamama yetti, can sıkıcı derecede garipti.

"bir şey yapmak ister misin?"

"ne olduğuna bağlı." tırnaklarıma bakarak yanıtladım. "o zaman doğruluk mu cesaret mi oynayalım." yüzünde kocaman bir gülümsemeyle önerdi, gamzeleri biraz... sevimliydi.

"mümkün değil, bana tuhaf bir şey yaptıracaksın." yüzümde tiksinti dolu bir ifade vardı. "yaptırmayacağım, hadi oynayalım." gözleri umut doluydu.

"iyi, neyse." mırıldandım.

kocaman gülümsemesi geri döndü ve bedenini bana çevirmek için oturduğu yerde biraz kıpırdandı. "doğruluk mu cesaret mi bebeğim?" sırıtmasına karşılık ciddi bir yüzle konuştum. "lakap kullanmayı bırakmazsan, buradan giderim." sadece güldü. "tamam tamam."

iç çektim. "doğruluk, çünkü senden cesaret diyemeyecek kadar korkuyorum."

"neden korkuyorsun benden?" kaşlarını kaldırarak sordu, dudaklarında asılı olan sırıtış bende kötü bir his uyandırıyordu.

"sürekli beni izliyorsun." yoğun göz temasını kestim açıklarken. "engel olamıyorum, çok güzelsin." sakin bir ifadeyle konuştuğunda hızla ağzını kapattım. "şşş öyle şeyler söyleyemezsin san." gözlerim kocaman açılmıştı.

gülümsemekle yetindi. "hadi oyuna dönelim, olur mu? hiç dövmen var mı?" ince parmaklarındaki yüzükleri düzeltirken sordu, ah elleri çok güzeldi.

transtan çıkarak cevapladım sorusunu. "tanrım hayır, bu korkunç olurdu."

"benim birkaç tane var." o tedirgin eden bakışını gözlerime dikti. "sıra bende değil mi?" sorumu başıyla onaylayıp ellerini kafasının arkasına koyarak yatak başlığına yaslandı.

"cesaret." henüz ben sormadan seçimini yapmıştı. ondan ne isteyeceğimi düşünmeye başladım, tabii ki o cesareti seçecekti.

"uhm... sanırım bütün dövmelerini göstermen için meydan okuyacağım." iç çektim, bunu söylememem gerektiğine dair içimdeki histen hızlıca kurtuldum.

kıkırdadı. "pekala, gel bakalım." yanına yaklaşmamı işaret ettiğinde ona uydum ve dizlerimin üstünde ilerleyerek yatağın tam ortasına oturdum.

tişörtünü çıkarmaya başladı. "bekle ne yapıyorsun?" "istediğin gibi sana dövmelerimi gösteriyorum bebeğim." sırıtarak yanıtladığında bir kez daha kullandığı lakaba yorum bile yapamadım, önümde duran görüntü karşısında fazlaca şaşkındım.

neredeyse ağzım açık kalmıştı. "iyi misin?" kendini beğenmiş bir ifadeyle sorduğunda telaşla başımı salladım. "bana dövmelerini göster de devam edelim." yüzüm pancar gibi kıpkırmızı olmuştu muhtemelen.

sırtında bir dövmesi vardı, bir çeşit ejderhaydı. işaret parmağımla onu takip ederken buldum kendimi, engel olamamıştım. dokunuşumun soğukluğuyla irkilse de hemen rahatladı.

yeniden arkasını dönüp benimle yüzyüze geldi. "bunları saklamayı nasıl başardın?" omzundaki ve belinin yanındaki dövmelerine bakarak sordum.

"yetenekliyim." omuzlarını silkti. "buna da dokunmak ister misin?" pantolonuna tehlikeli bir şekilde yakın olana bakarak fısıldadı. "a-asla." ondan tamamen uzağa bakıyordum artık.

"sen bilirsin." yeniden tişörtünü geçirmişti üstüne. "hadi geri dönelim." telefonunu alıp yataktan kalktı. nasıl hiçbir şey olmamış gibi öylece gidebilir, yani pratikte hiçbir şey olmadı ama...

onayladım ve peşinden gidip odadan çıktım.

o odada yüz tane günah işlemişim gibi hissediyorum.

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin