wooyoung
san tuhaf biriydi, iyiydi ama tuhaftı. ayin boyunca sadece bana bakmıştı, ona döndüğümde gözlerini kaçırsa da öyle olduğunu anlayabiliyordum.
aptal değildim. üzerimde hissettiğim bakışlarının ne anlama geldiğinden haberim vardı. yine de ben erkeklerden hoşlanmıyordum.
anlaşılan bu kilise pazartesi günleri de ayin yapıyordu. sonuç olarak yine buradaydım, dün ilk tanıştığımızda beni resmen gözleriyle soyan çocuğun yanındaydım. "gergin görünüyorsun." yakınımda fısıldadığında aniden gelen sesiyle irkildim, nefesi nane kokuyordu. nedense böyle kokması beklendikti benim için.
"değilim, neden böyle düşündün bilmiyorum." ona bir kere bile bakmadan aynı şekilde fısıldayarak cevapladım. derin sesiyle kıkırdadı. omurgamdan aşağı bir titremenin yayılmasına neden olmuştu bu.
"pardon, gergin göründüğünü düşündüm, benim hatam." sadece benim duyabileceğim şekilde alçak sesle konuşmuştu. başımla onayladım ve dikkatimi tamamen karşımda olanlara verdim. çok garip.
çok uzun sürmeden ayin bitmişti. iç çektim ve paltomu alıp babamın yanında dışarı çıkmak için kapıya yöneldim. "bu akşam bay choi'nin evinde yemek yiyeceğiz." babam gülümseyerek konuştu.
bu, san'ı tekrar görmem gerektiği anlamına geliyordu. ne zaman kaçabileceğim?
san
kapımızın çalındığını duyduğumda gülümsedim ve babamın bana söylemesine gerek bile kalmadan kapıyı açmaya yöneldim. bu gece için hevesli olduğumu söyleyebilirdiniz, o güzel çocuğu tekrar görebilecektim. kesinlikle çok heyecanlıydım.
"hoşgeldiniz." onları yüzümde geniş bir gülümsemeyle karşıladım. bay jung'u eğilerek selamladıktan sonra içeri girebilmeleri için kenara çekildim.
senin için çok şey hazırladım jung wooyoung, hiçbir fikrin yok.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.
Storie breviwooyoung asil ve zarifti, san'ın ise canı sıkılıyordu. ve ikisi kilisede karşılaştılar.