-7

419 47 15
                                    

san | wooyoung

şu anda o kadar tatlı görünüyordu ki... bu salı onun ilk günü olduğu için wooyoung sınıfın önünde durmuş kendisini tanıtıyordu.

gözlerim, kıpırdayan küçük ellerine bakarak adını söyleyen gergin çocuktan hiç ayrılmadı. gömleğimin ona biraz büyük olduğunu fark ettiğimde gülümsedim, garip ama yine de sevimli görünüyordu.

"peki, öyleyse wooyoung seni nereye oturtalım." öğretmen kendi kendine konuşurken gözleri, önümdeki sırada durmadan önce kısaca odanın etrafına bakındı. "san'ın önüne oturabilirsin, san lütfen elini kaldır."

gülümsedim ve bilinçli bir şekilde elimi kaldırdım, ben ve wooyoung zaten birbirimizi çok iyi tanıyorduk.

wooyoung sırasına geçerken gözlerim her hareketini takip etti ve hatta oturduktan sonra bile bakışlarımı üzerinden çekemedim. o çok etkileyiciydi.

boynuna bakmadan edemedim, çok yumuşak görünüyordu, yalnızca benim boyamam için boş bir tuvaldi. nihayet öğretmene odaklanmadan önce bu düşünceye gülümsedim.

burası bir Hristiyan okuluydu, biliyorum, sıkıcı.

bu, buradaki neredeyse herkesin can sıkıcı derecede iyi olduğu anlamına geliyor, hepsi sahte. bu okulda sinirlerimi bozmayan iki kişi varsa onlar mingi ve seonghwa olurdu, ikisi de benim gibi insanlardı.

buradaki herkes iki nedenden dolayı benimle iyi geçinmek isterdi; babam ve param, başka bir şey değil.

dinlemediğim öğretmenin anlattığı derse ait uzun bir ders saatinden sonra sonunda zil çaldı, bana bakması için hevesle wooyoung'un omzuna dokundum.

çocuk kaşlarını kaldırarak arkasını döndü. "arkadan çok güzel göründüğünü biliyor musun?" sinirlendiği belli olan çocuğa dudaklarımda geniş bir gülümsemeyle söyledim. iç geçirdikten sonra mırıldandı, "sana dayanamıyorum." gözlerinde küçük bir parıltı belirmişti. ah? kendinden emin?

"gerçekten mi?" gülümseyerek cevap verdim.

homurdandı. "evet, gerçekten."

"eğer bana dayanamıyorsan, neden dizlerinin üstüne çökmüyorsun?" fısıldadım.

titredi.

vücudu gözle görülür bir şekilde donmuştu, bu basit kelimelerin hayatını sorgulamasına sebep olduğunu söyleyebilirdim.

"sadece şaka yapıyorum." çocuğun başını okşayarak güldüm, biraz rahatlayarak içini çekti.

"şimdilik." bir sonraki dersime gitmek için uzaklaşmadan önce devam ettim, onunla uğraşmak günümü çok daha iyi hale getirmişti.

wooyoung | san

bedenimdeki herhangi bir kası hareket ettirmekte zorlanıyordum, okulda neden böyle bir şey söyler ki?!? çok kutsal bir okulda.

biri omzuma dokunması şaşkınlıkla zıplamama neden oldu, "hey yeni çocuk, başka derslerimiz olduğunu biliyorsun, değil mi?" konuşan çocuk oldukça güzeldi, gerçek bir meleğin yüzüne sahipti, tanrım keşke böyle görünseydim.

"e-evet, az önce düşüncelerime kapıldım sanırım." gergince güldüm. elini uzatıp kendini tanıtırken ufak bir gülümseme sundu, "peki, ismim yeosang, kang yeosang."

elini sıktım ve sırt çantamı omzuma alarak ayağa kalktım. sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı, "sınıfa beraber gidelim." yumuşak bir tonda konuştuğunda başımı salladım ve bir sonraki dersimize gitmek için çocuğu takip ettim.

________________

artık öğle yemeği zamanıydı ve korkuyordum, buradaki ilk günüm olduğu için doğal olarak gergindim, şu anda bir tür ilişkim olan o tamamen tuhaf kişi dışında kimseyi tanımıyordum.

yemekhaneye girerken yeosang sırtımı sıvazladı, "seni arkadaşlarımla tanıştırayım." muhtemelen gergin olduğumu fark etmişti.

beni üç çocuğun oturduğu küçük bir masaya götürdü, "bunlar yunho, jongho ve hongjoong." tanıttığı her kişiyi göstererek gülümsedi, ben de başımla onaylarken küçük bir gülümsemeyle selamladım hepsini, aynı şekilde karşılık verdiler.

"merhaba, ben wooyoung." yeosang'ın yanına otururken kendimi tanıttım. hepsi kısaca tanıştığımıza memnun olduklarını falan söylediler.

her biri hakkında iyi hislerim vardı, hepsi çok nazikti ve arkadaşlık kurmaktan keyif almıştım.

biraz etrafa bakmak için başımı çevirdim, san'ın nerede olduğunu merak ediyorum...

"wooyoung birini mi arıyorsun?" hongjoong kaşlarını kaldırarak bana baktı. iç çektim, belki san'ı tanıyorlardır?

"şey, ben bir... arkadaşımı arıyordum. ismi san, onu tanıyor musunuz?" çekinerek sordum. hongjoong cevap vermeden önce birbirlerine küçük bir bakış attılar, "p-peki... evet, onu tanıyoruz....ama o yemekhaneye gelmez." yemeğini çatalının ucuyla karıştırırken cevapladı.

sessizce mırıldanmakla yetindim, bu garipti.

öğle yemeği nihayet bittiğinde birlikte yürüyecek birilerine sahip olduğum için mutluydum, bu... iyi hissettirmişti.

ben, yeosang ve yunho ile birlikte yürümeye devam ederken, jongho ve hongjoong sıradaki derslerine gitmek için bizden ayrıldılar.

yürürken yunho'nun şakalarından birine kontrolsüzce biraz fazla güldüğüm için karşıdan gelen birinin sert göğsüne çarpmama neden oldu. henüz başımı kaldırmadan hemen özür diledim, "ah wooyoung!" konuşan sesi çok iyi tanıyordum.

kim olduğunu bilerek iç çektim. "üzgünüm san, seni fark edemedim."

yeosang ve yunho yüzlerinde şok olduklarını belli eden ifadelerle öylece kalakalmışlardı, niçin bu kadar şaşırdılar ki..?

"sıkıntı değil. sadece nereye gittiğine dikkat et bebeğim." son kısmını kulağıma fısıldamıştı. arkasındaki iki arkadaşının kıkırdama biçiminden telaşımın açıkça görüldüğünü anlayabiliyordum.

"o zaman gidiyorum." iç geçirdi ve hızla uzaklaştı.

o uzaklaşır uzaklaşmaz iki yeni arkadaşım önce bana, sonra birbirlerine, ardından tekrar bana baktılar, ağızları sonuna kadar açılmıştı. "sorun ne çocuklar?" ikisine de tuhaf bakışlar atarak sorguladım.

"choi san az önce... seninle konuştu." yeosang yüzüne az önceki şok olmuş ifadeyi takınarak cevapladı.

yunho araya girdi, "evet, bildiğimiz choi san." basitçe açıkladım, "babalarımız arkadaş, hepsi bu."  "bunu dünyadaki en normal şeymiş gibi söylüyorsun." yeosang alaylı bir ses tonuyla konuşmuştu yeniden.

"öyle değil mi..."

"HAYIR!" ikisi aynı anda bağırmıştı.

"tamam, tamam. anladım, sadece sessiz olun." mırıldanarak sertçe azarladım onları, ani çıkışları bize epey dikkat çekmişti.

"birbirimizi çok az tanıyoruz." gülerek devam ettim, bana sıkılmış gözlerle baktılar. "ikinizin birlikte çok rahat göründüğünüzü söyleyebilirim." yeosang kollarını birbirine bağladı.

"o sadece sinir bozucu-"

"bak! nasıl davrandığını bile biliyorsun!" yunho neredeyse bağırmıştı. "evet, sonuçta o benim babamın arkadaşının oğlu." gözlerimi devirerek konuştum, aslında daha fazla şey yaşadığımızı belli edemezdim.

homofobik olabilirlerdi... bekle, bu sorun olmamalı çünkü ben eşcinsel değildim.

"ah neyse." yeosang içini çekti, yunho ve benim ortamıza geçerek kollarımıza girdi. "derse çok geç kaldık." yunho, üçümüz aynı hızda yürürken ayakkabılarımıza bakarak sızlandı.

yeosang ve ben de sınıfa giderken homurdanarak karşılık verdik, bu çok rahat hissettiriyordu.

***

wooyoung'un san'a bu kadar kapılıp hetero olduğuna da yürekten inanması hakkında,, yorma be adam.

Take me to church [w.s] / türkçe çeviri.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin