1.BÖLÜM

183 24 39
                                    


🔖Herkese selamm. İlk bölümü yayınlamak, hem benim benim için hem de siz okurlarım için çok heyecan verici olmasını umuyorum.

🔖Bölüm hakkındaki fikir ve görüşlerinizi yorumlarda bana yazabilirsiniz.

🔖Sizlerin düşünceleri benim için önemli bu yüzden şahsıma olumsuz bir yorum olmadığı sürece her türlü yorumu dikkate alacağımı da belirtmek isterim.

🔖Sizleri ilk bölüm ile baş başa bırakıyorum. İyi okumalarr✨

(BUSE)

Yatağımdan evin her tarafını saran yanık kokusuyla uyanmıştım. Henüz kendime gelebilmiş değilken peluş terliklerimi giyip içeride ne olduğuna bakmaya gitmiştim. İçerisi, dışarıdaki havanın yoğunluğundan daha derin bir sis ortamı oluşturmuştu. Yanık kokusu mutfaktan geliyordu. Uzun bir koridordan geçerken bir yandan da elimle dumanı dağıtmaya, kapalı pencereleri açmaya başlamıştım. Mutfağın kapısından içeri baktığımda sanki savaş alanındaymışım gibi bir kargaşa vardı. Gördüklerimden dolayı burda kahvaltı mı hazırlanıyor yoksa savaş mı çıkıyor anlamış değildim. Elindeki tostları elleri yana yana tabağa koymaya çalışan Yağmur'un beni farketmesi uzun sürmemişti. Yarı telaşlı yarı yorgun haliyle bana bakarak yardım istediğini anlamıştım.

(YAĞMUR)

"Buse orda bana öylece bakacağına yardım etsene ya. "

"Ne yapıyorsun ki sen?"

"Tost yapmaya çalışıyorum ama birazı yandı. Gel sen kahveleri götür, ben başka bir şey yapayım."

"Hiç gerek yok. İlk günden fakülteye geç kalmak istemeyiz."

"Haklısın saat kaç?"

Salondaki saate bakmak için içeri gitmiştim. O sırada Yağmur hâlâ yanmış tostları kazımaya çalışıyordu. Okul için bir saatimiz olduğunu görünce tekrar mutfağa bu sefer hızlı adımlarla gidiyordum.

" Bir saatimiz var. Dışarıda mı yapsak kahvaltıyı acaba?"

Yağmur elindekileri masaya bırakıp, ellerini temizlemek amacıyla iki elini birbirine vurarak bana doğru geliyordu. Kolumdan çekerek beni masaya sürüklüyordu. Koltuğa otururken ağzıma bir yandan da birşeyler tıkmaya başlamıştı bile.

"Yağmur... Boğulucam... Dur... "

" Daha bir saat varmış. Sen birşeyler ye ben hemen geliyorum."

"Nereye?"

Duymamış gibi yapıp çoktan mutfaktan çıkıp gitmişti. Yanmış tostları es geçip ilgimi çeken omleti önüme almıştım. Ağzıma birkaç lokma tıkıştırdıktan sonra yerimden kalkmak üzere doğrulmuştum ki Yağmur gelmişti. Elinde etrafı incilerle süslenmiş, ucunda küçük bir güneş detayı olan bir bileklik vardı. Hiç bir şey söylemeden bileğime takıvermişti.

Bileğimden düşüyordu ama elimle sabitlemeyi bir müddet de olsa başarabilmiştim. Bileğimde nasıl durduğuna bakarken Yağmur bana öyle heyecanlı bakıyordu ki sormadan edememiştim.

"Bu ne için?"

"Anneannem bana şans getirmesi için vermişti. Manevi anlamda çok değeri var kaybetme tamam mı?"

Hiçbir şey anlamamıştım. Boş bakışlarla bir Yağmur'a bir bilekliğe bakıyordum. Madem bu kadar değerliydi bana neden vermişti ki ? Aklıma takılan başka bir soruda nasıl bir etkisinin olduğuydu.

"Ne anlama geliyor bu bileklik?"

" Bunu taktığın zaman kader sana güzel planlar yapıyormuş. O gününde ya ruh eşinle karşılaşıyorsun ya da hayatının en güzel günlerinden birini yaşıyormuşsun."

"Gerçekten böyleyse sen niye takmıyorsun?"

Yüzündeki gülümseme birdenbire yok olmuştu. Yüzünü bir müddet yerde tutmuştu. Elimle çenesinden tutup, başını kaldırmıştım. Yüzümdeki şaşkın ifadeyi farkettiğinde dalgın halinden çıkmış görünüyordu. Derin bir iç çekip içindekileri dışarı dökmeye başlamıştı.
" Ben bunu bir hafta boyunca takmıştım. Fakat hiçbir işe yaramadı. Belki de bileklik ile enerjilerimiz uyuşmadı. Şimdi ise senin denemeni istiyorum. Şansın senden yana olduğunu tüm kalbimle hissetmiş gibiyim."

O bunları söylerken ben geçmişimdeki kara ve bahtsız aşka olan hallerimi düşünerek söylediklerinin gerçekleşeceğine pek inanmıyordum. Hâlbuki yeni çıktığım bir ilişki de kendimi bu kadar çok yıpratmama rağmen hâlâ nasıl ayaktayım ben bile kendime şaşırıyordum. Ama yine de onu kırmamak için takmayı tercih etmiştim.
Daha fazla geç kalmamak için beraber kahvaltı yaptıktan sonra odalarımıza çekilip hazırlanmaya başlamıştık.

Hızlı bir şekilde duşumu aldıktan sonra dolabıma şöyle bir göz gezdirirken su yeşili bir bluz ve altına beyaz bir pantolonun ne kadar uyumlu olduklarını görünce bugün ne giyeceğimi belirlemiştim. Altına da beyaz spor ayakkabılarımı giyince tam hazır olmuştum. Fakat tek sorun pantolonun belimde tam durmamasıydı. Onu da beyaz kadife bir kemer ile belime oturtmuştum.

Islak saçlarımı kuruturken bir yandan da şekil veriyordum. Dalgalı saçlarımla ben artık dışarıya çıkmaya hazırdım.

Dışarı çıkarken kapının önünde Yağmur beni bekliyor haldeydi. Tahmin ettiğimden daha hızlı hazırlanmıştı.

"Bakıyorum da erkencisin?"

"Bugün biraz öyle. Bu arada bilekliğin nerde?"

"Burda işte" elimi bileğimin üzerinde gezdirirken bilekliğin takılı olmadığını farketmiştim. Gerçekten yoktu. Etrafıma bakındığımda hiçbir yerde görememiştim. O sırada Yağmur bana doğru elinde tuttuğu bilekliği bir sağa bir sola sallayarak gösteriyordu.

"Banyo da unutmuşsun. Uzat bileğine takayım, sonra da çıkalım."

Bilekliği koluma takarken geçmişe bir sünger çekip bugünün bileklik sayesinde güzel geçmesini umuyordum...

                                ***

Daha yeni bakımdan çıkan kırmızı mini Cooper ile fakülteye gitmeye çoktan hazırdık. Yağmur müzik seçerken ben de kestirme yollardan fakülteye doğru gidiyordum. Yağmur' u çocukluğumdan beri tanırdım. Onun müzik zevki ile benimki birbirine hem benzer hem de eğlenceliydi.

İlk günün heyecanı çok fazla olmasa da yine de içimde bir kıpırtı vardı. Belki de bileklikten kaynaklanıyordu. Kim bilebilirdi ki ?

                                ***

Fakülteye yaklaştıkça arabaların yoğunluğu daha da artıyordu. Korna sesleri bir müddet yolların açılması için çalarken az sonra yol açılmış ve herkes belirli bir düzene doğru gitmeye devam ediyordu. Biz de sonunda fakülteye sağ salim giriş yapabilmiştik.

Çat...
Keşke çok erken konuşmasaydım...

BİR AVUÇ TESADÜFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin