8. Bölüm

3.1K 176 37
                                    

Kalbi küt küt atıyordu.  Ardında kapanan kapının önünde elini kalbinin üzerine koyup biraz nefesinin düzene girmesini bekledi. Halil'i her gördüğünde böyle nefesi kesilip,  eli ayağına mı dolaşacaktı? Bilirdi bu halleri hep sevdadandı amma oğlan ona gözünün ucuyla bile bakmazdı.  Bu düşünceyle ciğeri yandı.  Sevilmeden sevmek... En acısı da bu değil miydi? Yüreği her ne kadar Halil'le doluysa, oğlanın da yüreği bir o kadar ona karşı boş olduğunu zannediyordu. 

Bu düşüncelere yenilip ağlamayacaktı.  Bakışlarını yukarı dikip göz yaşlarını gerisin geri gönderdi.  Kendini toparladığına ikna olunca, ocaklık tarafına doğru yürüdü.  Halil'le zor bir yola girdiğini daha ilk günden öğrenmişti ama Halil her ne kadar zor biri olsa da Gülsüm, azimliydi.  Burada kalabildiği süre boyunca Halil'i kazanabilme şansı hala vardı.  Bu ihtimal yüreğinde küçücük kıvılcımlar yaktı.  Gün gelecekti o küçük kıvılcımlar kocaman ateşe döndüğünde Halil efendi bu kadar aksi bir herif olabilecek miydi zaman gösterecekti! Küçücük tebessüm dudaklarının kenarına kuruldu.  Buna inandığı sürece olmazı oldurabilirdi. 

Eğildi ocağın yanından biraz ince kuru dal parçası alıp sönmüş ocağın içine attı.  İnce dalların üzerine kalın odunlardan çatıp,  ocağı tutuşturdu.  Sabahtan Halil için ayrılan düğ çorbası biraz şişmiş,  koyu bir kivam almıştı.  Kocasına bu çorbayı ısıtmakta kararsız kaldı.  Henüz yabancısı olduğu evde düzeni pek bilmiyordu. Kararsız bir şekilde çorbayı ısıtıp,  yanına da fetillerden ısıttı.  Küçük tepsi üzerine çorbayı,  şimşir kaşık,  küçük tasla su,  bir sahan çökelek ve ısıtılmış fetili yerleştirdi.  Bir elinde hazırladığı tepsi,  diğer eline de sofra bezini aldı.  Sahi sofrayı nereye açacaktı? Hayata açsa sofrayı,  oğlan tenezzül edip gelir miydi? Bundan pek emin değildi Gülsüm. 

Ani bir kararla yatak odasına yöneldi.  İçerisi zindan gibi karanlıktı.  Kapının ardında ki sandığın üzerine tepsiyi koydu usulca.  Bilindik adımlarla pencerenin kalın örtüsünü kenara çekti.  İçerinin aydınlığı şimdi daha iyiydi. 

Pencereden içeriyi aydınlatan gün ışığıyla beraber Halil,  oturumu üzerine geldi.  Gülsüm'e baktı,  kız yüzüne bakmıyor ya da bakamıyordu.  Sofra bezini açtı,  siniyi de üzerine yerleştirdiğinde,  "Sana yemek getirdim," dedi.

Halil kalktı ayağa.  Usulca sofra bezinin altına girdi.  "Sağolasın"

Bu kısacık cümle Gülsüm'ün yüreğinde tomurcuklar açtırdı.  Oturdu oğlanın karşısına ama heyecandan sanki göklerde geziyor gibiydi.  Elleri titreyerek fetile uzandı.  Küçük bir parça bölüp sunak yaptı. Oğlanın ağzına doğru uzattı.  Bu yaptığına kendisi kadar Halil de şaşkındı.  Utangaç demişti onun için ama şuan büyük bir cesaretle ekmek yedirmeye çalışıyordu.  Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı oğlanın. Dudaklarına uzanan narin eli tuttu.  Buz gibiydi kızın eli.  Şaşkın bakışlarla bakakaldı kızcağız.  İki parmağı arasında fetil sumağı sininin üstünde ki çorbanın içine düştü.  Kimse müdahale etmedi.  Kısacık bakışları kilitlenmişti sanki.  Eğer ki Halil konuşmamış olsaydı o halde ne kadar kalırlardı bilinmezdi.

"Ben yerim..."

Sesi titremişti oğlanın.  Kızınsa boğazına sanki bir şey takılmış gibiydi.  Yutkunamadı bile. Belki bir şeyler söylemesi gerekiyordu,  belki de hiç konuşmasa daha iyiydi.  Utançla önce bakışlarını kaçırdı sonra ellerini...

Oğlan uzandı şimşir kaşığı eline aldı.  Fetilden büyükçe bir parça koparıp,  dürüm yaptı.  Baktı ki kızcağız oğlanın ona ihtiyacı yok ayağa kalmak için bir hamle de bulundu. 

Halil daha ağzında ki lokmayı çiğneyemeden Gülsüm'ü panikle durdurdu.

"Gitme!"

Olduğu yerde donakaldı Gülsüm. Gitme, demişti.

Bir Kara Sevda Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin