12. Bölüm

3K 167 25
                                    

Gözleri istemsizce kapandı. Bir yangın vardı yüreğinde onu gördüğü günden beri cayır cayır yakan... İçinden sessizce yalvarıyordu, 'Söndür bu harlanıp duran ateşi gurbanın olam!'
Gülsüm'ün, bu yangına dayanmaya mecali yoktu ki... Halil'in ise onun sessiz çığlıklarını duyacağı yoktu.

Eli usulca kızın gerdanından aşağı bir yol buldu oğlanın. Avucunu dolduran göğsü sıktığında kız inledi. Acıdan mı başka şeyden mi kestirmesi zordu ama yaptığı hoşuna gitmişti oğlanın. Bir kez daha sıktı avcu içindeki et parçasını. Müthiş bir şeydi bu! Kız bu defa daha sert çığlık attı. Bunun hissettiği acıdan olduğundan bir haberdi Halil. Aceleyle kızın ağzını diğer eliyle kapadı. Hissettiği duygu başını döndürüyordu oğlanın. Kızın kulağına ağzını dayadı,

"Sus gız! Beni kudurtmaya niyetin mi var?"

Ne tuhaf bir azardı bu böyle? Oğlan ne demek istemişti hiç anlamadı kızcağız. Usulca gözlerini açtı. Oğlan koyulaşmış gözleriyle ona baktı kısacık. Bu bakış farklıydı! Alıştığı bakışlara benzemiyordu. Sol yanağını usulca öptü, öpücükler sırası üzerine gerdanından ak göğsüne kaydığında panikledi Gülsüm. Bu iş ulu orta olmamalıydı!

"Çolak Ağa!"

Oğlan korkuyla üzerinden doğrulup kendini yana attı. Çabucak sağına soluna bakındı kimseyi göremedi.

"Hani nerde Çolak Ağam?" İmalı bir şekilde sormuştu Halil.

Kızın utançtan başı kalkmıyordu. "Görürse ayıp olur," dedi zor çıkan sesiyle.

Oğlan güldü, yakasını bağrını unanırken, "Bugün bitmedi Gursün! Suyu eyi gaynat!" Kalkarken otların üzerinden, kuru otlar çatırdadı. Az ötesine uzanıp otların üzerine düşmüş fesine uzandı aldı. Yürekleri gümbürdüyordu. Bu heyecan bir an evvel dinmeliydi! Ne diye onca vakit kendini geri çekmişti ki? 'Akılsız Halil,' diye payladı kendini. Bile isteye kendini uzak eylemişti kızdan. Bunun için Gülsüm'e kızacak değildi. Kabahat kendindeydi. Evin köşesini dönmeden kıza kısacık bir bakış attı. Şimdi nasıl geçerdi saniyeler, saatler?

Oğlan evin köşesini dönüp uzaklaşmadan kıpırdayamadı Gülsüm. Utançla, elleriyle yüzünü kapadı. Az önce neler yaşamıştı? Neydi o Halil'in içinde ki yangın Halil? Gönlü mü kaymıştı yohsam ona? Keşkem, dedi içinden Gülsüm. Keşkem o yüreğini dolduran, doldurduğu gibi yüreciğini boşaltsa hiç düşünmeden o gönle davetsizce yerleşirdi Gülsüm.
Çarçabuk yakasını bağrını düzeltti. Otların üzerine takılmış hafif rüzgarla sallanan yemenisine uzandı. Aceleyle örttü başını. Rüya olamayacak kadar güzeldi, hoştu yaşadıkları. Saniyeler içinde Leyla'ya çevirmişti Halil onu. Ne yapacaktı şimdi Gülsüm? Eli ayağı zangır zangır titriyordu. Sağ eli usulca yanağına uzandı. Alev alev yanıyordu Halil'in öptüğü yerler. Neler etmişti oğlan ona? Daha neler edecekti engel olmasaydı. İyi mi etmişti kötü mü bilmiyordu Gülsüm. Eğer Halil'i az çok tanıdıysa oğlanın bir ortası yoktu. Bu sebepten ki içini bir pişmanlık kapladı. Neden durdurmuştu ki oğlanı. Her şey saniyeler içinde, ulu orta olacaktı. Bir de bebesi olsa, Halil yine ona mesafeli durur muydu? Belki de küçücük bir şansı vardı onu da kendi elleriyle boşa çıkarmıştı!

Saniyeler içinde mutluluğu pişmanlıkla yer değiştirdi. Kuş uçuştu! Ah, dedi. Ah ben ne ettim! Belki de oğlan yaptığından bin pişman olacak. Belki de eskisinden de beter uzak duracak! Ne ettim ben böyle, diye pişmanlıkla yandı kavruldu Gülsüm. Bilemezdi ki Gülsüm, su akar yolunu bulurdu...

Usulca oturduğu yerden kalktı.
Su kazananın altı sönmek üzereydi. Getirdiği odunlarla altını çattı. Uzunca üfleyip püfledi, ateşi yaktı. Tutuşan odunların üzerine Halil'in tarif ettiği gibi tezekler attı. Yanan ateşten daha fazlaydı yürek yangını. Kazanın altı söndükçe yeniden tutuşturuyordu. Nihayet su ağır ağır kaynamaya başladı. İçi birden bir tuhaf oldu. Sahi oğlan ne demişti giderken, Kaynatmalıydı suyu, tıpkı Halil'inin istediği gibi eyice Kaynatmalıydı!

Su iyice fokurdamaya başlayınca iki bakır helkiye doldurdu suyu. Boşalan sıcak suyun üstüne kuyudan su çekmek için kuyudan tarafa yöneldi. Evin önüne geldiğinde bacakları titremeye başladı. Oradaydı, çardağın altında, Çolak Ağayla konuşuyordu. Eli ayağına dolaştı kızcağızın. Kısacık bakışları kesişti. Oğlan, Çolak Ağaya bir şey söyledi ve kalktı. Ne edecekti şimdi Gülsüm? Ona doğru geliyordu. Suyu soracaktı, Gülsüm şimdiden kızarmaya, terlemeye başladı. Yaklaştı oğlan. Her adımında yüreğinin gümbürtüsü nefesini kesti. Ne heybetli oğlandı bu Halil? Ne yiğit oğlandı...

Yanaklarının iç kısmını istemsizce dişledi kızcağız. Yaklaştı, Yaklaştı oğlan. Şimdi yarım adım kadar mesafe ya vardı ya yoktu aralarında.

"Ne ettin Gürsün, su işi tamam mı?"

Kız utandı. "Tamam," dedi ama kendi bile zor duymuştu. Oğlanın onu duyup duymadığından emin bile değildi.

Halil hiç bir şey söylemeden kızın elleri arasından ki helkilere uzandı.

"Su mu çekicen?"

"He," dedi Gülsüm.
Bundan başka da konuşmadılar.

Oğlan çarçabuk kuyudan su çekip helkileri doldurdu soğuk suyla. Gülsüm helkilere uzanacak oldu, durdurdu onu Halil.

"Ben taşırım, sen ocağın altını eyi çat!"

Kor ateşler bastı Gülsüm'ün vücudunu. Bundan ne kadar mana çıkarılacaksa hepsini bir solukta çıkardı kızcağız. Demek ki, dedi içinden. Hala bir umudu vardı. Sevindi için için. Derince bir nefes çekti. Azalmıştı sırtında ki yükleri sanki. Hafiflemiş bir şekilde ocağın başına doğru yürüdü. Odunları çatarken, Halil de kazanın üzerini soğuk suyla doldurdu. Kenarda duran, sıcak suyla dolu helkilere yüklendi.

"Çolak Ağam çimerken, sen de ocağa aş koy Gürsün. Adam açbil aç yola düşmesin."

"Olur," dedi Gülsüm. Eri, yüreğinin yangın sebebi sıcak suyu eve taşırken ardından hasretle baktı. Derin bir iç geçirdi. Ah bu sevda ne güzel bir şeydi...

Kısacık ne pişireceğine karar verdi, bahçeden tarafa yöneldi. Domatesli bulgur aşı pişirecekti. Çitleri aştı. Domates karıklarından eteklerine domates topladı. Kıpkırmızı minicik domatesler... İştahla gözünü eteğinde ki domateslere dikti. Gözüne kestirdiği iki kıpkırmızı domatesi alıp, eteğine silip ağzına attı. Domates karıklarının yan tarafında soğan karıkları vardı. Gözüne kestirdiği iri iki kök soğanı söktü. Burada işi bitmişti Gülsüm'ün, bahçenin alaca kapısını sıkıca örtüp bağladı. Tavuk, cücük girerse bahçede mahsul bırakmazdı.

Çolak Ağa çimip çıkıncaya kadar domatesli bulgur aşını pişirmiş, kuyuya ayran bile salmıştı. Küçük bakır tepsiye iki kişilik sofra kurdu. Sedirin pencere önüne sofrayı taşıdı. Püfür püfür rüzgar esiyordu. Hasta odasından kolları dirseklerine kadar sıvalı bir şekilde Halil çıktı.

"Sofrayı hazır ettin mi Gürsün?"

"Ettim herif "

"Ayran da çalkala yanına."

"Çalkalamam mı herifim, kuyuda soğumaya bıraktım."

Memnundu bu cevaptan. İki elini kuşağının üstüne koydu Halil.

"O vakit ben bostandan bir garpuz koparam, gelirken de ayranı getiririm."

"Sen bilirsin herifim."

Gülsüm'ün, her herifim, deyişi oğlanın kanını kaynatıyordu. Yutkundu Halil. Kalbi ağzında atıyordu sanki. Her şey saniyesinde oldu. Kızı ne ara duvara dayadı, ne ara gerdanını açtı. Kız onu itecek gibi oldu. Tuttu bileğinden Halil. Usulca indirdi kızın bileğini. İki parmağı kızın yanağını usulca okşadı. Okşarken dudaklarını kızın gerdanına bastırdı, öptü. Sol göğsüne doğru sıralı öpücükler kondurdu apak tene. Kızın yüreğinin gümbürtüsünü net bir şekilde duyuyordu. Duvarla arasında dal gibi titreyen vücudu çekip kendine bastırdı. Sıkıca sarılırken kızın kulağına efsunlu bir sesle fısıldadı;

"Öldürdün beni Gürsün!"

Bir Kara Sevda Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin