Selam!
Uzun zamandır bölüm beklediğinizin farkındayım. Bayram öncesi taşınma ve yerleşme telaşım vardı. Bayramın üçüncü günü ise kazara elimi kestirdim. Dikişler alınır alınmaz da bölümü yazdım. Bir okur olarak beklemeyi sevmiyorum. Bekletmeyi de ama durum bundan ibaret. Keyifle okuyun canlar, selametle...Bazen yüreğiyle girmiş olduğu mücadelede mağlup olmaktan korkuyordu Halil. Gülsüm'e her gecenin derinliğinde sarılırken zamanla farketti ki yüreğinde Seher her geçen gün birazcık daha küçülüyordu. Vicdansızlık mıydı bu yaptığı? Seher ölmüştü. Hiç unutmam dediği yüzünü, gün gelecek unutacağını o da biliyordu. Çünkü yüreği artık başkası için çarpıyordu.
Gülsüm, Mustafa ağasının da istediği gibi kanayan yaralarına merhemdi. Öyleyse saklanması için bir nedeni de kalmıyordu. İnceden inceye yüreğinde bir sızı hissetti Halil. Hiç bir şey normal değilken, gerdek gecesi ettiği ayarsız lafları yok sayıp nasıl Gülsüm'e bakardı o utanmaz gözleri? Kız gelincik çiçeği gibi nazlı ve narindi. Ne olursa olsun tükürdüğünü yalayacak kadar yüzsüz değildi Halil. Efkarla doldu yüreği. Yukarı tükürse bıyık aşağı tükürse sakal hesabı bir türlü işin içinden çıkamadığı gibi ha bire yanmaya devam ediyordu kor ateşlerde yüreği.
Huzursuz bir uykunun kollarına bıraktı kendini. Küçücük de olsa bir umudu vardı. Nasıl olsa su akar, yolunu bulurdu. Tek yapması gereken doğru zamanın geldiğinden emin olmalıydı.
Sabah çok erken uyandı iki gelin sofra için hazırlık yapılırken sabah ezanı okunuyordu. Elindeki ekmek çıkınını duvar dibine bıraktı Gülsüm. Pencerenin önünde ki sedire emaneten oturdu. Hatice de hemencecik yanına ilişti. Tazecik gelin sağ elini kalbinin üzerine koymuş sabah ezanını dinliyordu.
"Abla bacı, bilin mi Ezan-ı Muhammed'i dinlerken yüreğimi bir ferahlık kaplıyo, sanki hiç yüreğimde gam keder kalmamış gibi... emme hoca efendi, "Allahü Ekber," dediğinde yüreğimde ki kasvetin tüm ağırlığıyla yüreğimde olduğunu hissediyom."
"Kalk, hayde namazını gılıver de kasvetin dağılsın o vakit gelin bacı."
Aynı anda ayağa kalktılar. Peş peşe kuyu başında Abdest alıp kıldılar namazlarını. Namaz sonrası sofranın eksiklerini tamam etti iki elti. Evin erkekleri namazlarını kılıp sofrada yerlerini aldıkları vakit hasta odasından Çolak Ağa eğilerek çıktı ahşap kapıdan. Selam verdi ev ahalisine. İki elti çabucak yaşmaklarını burunları üzerine çekip saygıyla ayağa kalktılar.
"Rahatsız olmayın gelin hatunlar..."
Halil, çabucak ayağa kalktı. Çolak Ağaya saygısıda sevgiside büyüktü. Neticede adam, Reisin karşısına geçip canını bağışlatmıştı.
"Zahmet etmeyeydin ağam, sofranı getirecedim zati..."
Buruş buruş olmuş elini Halil'in omzuna koydu Çolak Ağa. Burukça baktı delikanlıya. Dünya yüzünde bir evladı olmamış olsa da Halil ona candı, evlattı. İhtiyar bedeni Halil'le birlikte cana gelmişti. Ayrılık düşüncesi İhtiyar yüreğini günlerce kasıp kavuşmuş olsa da vakit tamamdı.
"Gidiyom Halil, ben... Gayrı misafirlik bitti!"
Oğlan şaşkınlıkla baktı İhtiyar adama. Varlığına o kadar alışmışken bu ayrılık kelamı nefesini kesti adeta!
"Nasıl,nereye," diyebildi sadece.
"Reis, haber salmış, gayrı koymasın gözümüzü yollarda, dermiş. Sağrun Himmet'le Yeniköy'e gidecâm, Değirmenden alacahlar beni."
Kısacık bir sessizlik oldu. Kimse tek kelam etmedi. Alışılmıştı Çolak Ağanın varlığına. Sanki evlerinin bir taşı, dikili direği gibi benimsenmiş varlığının yokluğunu düşünmek hepsine tuhaf gülüyordu. Mustafa yutkundu. Söyleyeceği her kelam koca koca yumru olup takıldı boğazına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kara Sevda
General FictionHalil ve Gülsüm'ün masalı... "Ağam, seni avrat deyin alıp gelmiş emme bilesin ki benim gönlüm doludur!"