15. Bölüm

3.6K 175 55
                                    

İki yarım bir bütün edermiş...
Bu tüm hesaplarda aynı hesaba çıkarmış, öyle bilirdi Halil. Ötesini berisini irdelemez,  peşine de düşmezdi. Gülsüm de onun nazarında tastamam bir yarımdı.  Anaya ne olmuş pek bilmese de babası hakkın rahmetine kavuştuktan sonra bir ihtiyar dedesiyle hayatın kıyısından köşesinden tutunmaya çabalamış gariban bir kızcağızdı.  Belki şeref yoksunu o Kel Bilal dedikleri herif ilişmeseydi yamacına bu kadar  yarım saymazdı.

İnsan gönül aynasında kendine eş olanı severmiş. 

Yanıldığı da söylenemezdi.  Şu sıra yarım bir gönle sahipti Gülsüm.  Gönlünün bir yanı çürümüş,  leş olmuştu sanki! Bunu eri bilmezdi,  nasıl bilsindi ki hem? Bundan daha beter musibet var mıydı şu kadarcık ömründe? Zannediyordu ki gönül derdinin üstüne hiç bir dert ağır gelmez! Seherde gül yapraklarına kıra çalmış gibiydi. Öyle bir derdin içine düşmüştü ki çırpındıkça karaya çalıyordu sanki. 

Hele eri yamacına oturmuş, tatlı tatlı gülümseyip,  arada göz kırptıkça derdinin büyüklüğü altında eziliyordu.  Bu yük daha şimdiden belini bükmüş gibiydi. Suçlulukla oğlanın yüzüne baktı.  Zaten oğlan da ona bakarmış,  tutundu oğlanın sıcacık bakışlarına. Yüreğinde ki karları eritir nitelikteydi o bakışlar.  Yaz güneşi gibi ışıl ışıl,  pasparlak cinsinden... Oysa onun yüreğinde ne boranlar ne fırtınalar esiyordu. Yeterli gelir miydi açep yaz güneşi,  gönlünde ki boranı dindirmeye?

"Doydun mu?" deyip sessizliği bozdu oğlan.  Ah sesi ne davudi ne efsunluydu? Bir kez daha konuşsun diye mahsustan sesini çıkarmadı Gülsüm.  İstedi ki gönlünde ki çığlıkları bastırsın Halil.  Konuştukça gönlündeki o edepsiz gürültü birer birer kaybolsun İstedi. 

Gülümsedi yine Halil.  "Eyi madem, alıyom tepsiyi o vakit?"

Sadece başını salladı,  olur manasında.  Oğlan tepsiyi önünden aldı.  Ama aklı Gülsüm'de takıldı kaldı.  Birden bire ne olmuştu da böyle durgunlaşmıştı bir türlü aklı almadı.  Elindeki tepsiyi ocaklığın önüne koydu.  Gülsüm'e yandan bir bakış attı.  Sanki kız baktığını hissetmiş gibi bir silkindi,  bir kıpırdandı.

Acelesiz iki çekingen adım attı ocaklığın önünde Halil.  Onca vakit sabırsızca bu anı bekleyip bu kadar utanıp sıkılacağını hiç düşünmemişti.  Bu işlerin tosba hızında ilerlediğini de bilmezdi ki Halil.  'Başa gelincik öğrencen gayrı,' diye kendini teskin etti.

Kıza doğru çekingen bir adım attı,  elini kuşağının üstüne koydu olmadı. Çekti elini olmadı... Kısacık sessizlik bir ömre bedel geldi. 

Severken insan ölür müydü,  elbette ölünürdü bilirdi bunu Halil. 

Boğazını temizledi, baktı kıza.  Aynı anda birbirlerine baktılar.  Anladı Gülsüm.  Beklediği sona gelmişti işte.  İçi titredi.  Nasıl olacaktı bu iş? Tuhaf bir korku sardı körpe vücudunu.  Sevmek başkaydı.  Tatlı tatlı ruhuna yayılan biraz da huzurla yüreğini cepe çevre saran bir histi ama bu korkuyu tarif edebilecek durumda değildi. 

İnsan sonunu bildiği şeyden  korkar mıydı? Hele bu arzuyla,  hasretle beklediği şeyse?

Korkuyordu işte Gülsüm! Bugün o gelmez olasıca misafir yüzünden dengeler değişmişti! Yüreğinde ki fırtınalar her şeyi birbirine katmış, ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilemez durumdaydı Gülsüm.  Ah o misafir bugün değil de yarın gelseydi böyle keşmekeş bir vaziyette olur muydu Gülsüm?

"Eee... avrat suyu hazırlaman mı?"

Bu cümleyle tüm uyuşukluğu tuzla buz oldu.  Sona öyle bir yaklaşmıştı ki kaçışı olmadığını bilirdi artık! El mahkum,  ne desindi erine, herifine? Gönlü yılkı atlar gibi ipe sapa gelmezken isteksizce ayaklandı.  Yatalgasına girdi.  Ruhu teninden çekilmiş gibiydi.

İnsan ne değişken mahlukatmış meğer? Büyük bir arzuyla istediği şeylerden bir anda vaz geçmesi işten bile değilmiş!

Hem de kim için, neydi bu karamsarlık? O misafir oğlanı ömründe kaç kez görmüş,  kaç kez sevdayla gözlerine bakmıştı? Bunun cevabını bildiği halde veremezdi! Ömrü hayatında bir kere gördüğü bir oğlan nasıl olur da gönlüne hükmederdi?

Loş aydınlıkta musluğun kaşında yan yana duran iki bakır helkiye uzandı.  Elleri titriyordu.  Bu titremeyi anımsıyordu! Küçüktü o vakitler,  bir bayram sabahı dedesi kurban bıçağını getirmesini istemişti.  İşte o gün de eline koca bıçağı aldığında böyle elleri zangır zangır titremişti.  O gün kurbanlık bir koçtu,  bugünse kurban oydu. Acemi,  ahmak gonlünün kurbanıydı! Ah o misafir! Ah keşke gelmeseydi,  ya da gözleri kör olsaydı da o an o oğlanın cemalini görmeseydi! Buna imkan var mıydı? Cemalinden değil bilakis sesinden tanımamış mıydı? Varsın ki kulakları da sağır olsaydı ama şu an mutlu,  mesut olabilir dahası muradına da erebilirdi!

Bir anda ahşap kapı kerpiç duvara çarparak açıldı.  Korkarak sıçradı yerinden Gülsüm.

"Gürsün,  neyi beklen? Ha avrat ahşamı mı gözlersin?"

Celallenmiş miydi herifi,  çok mu kızmıştı? Adımlarını sıklaştırıp oğlanın yanından sıvışmak istedi ama oğlan kapının önünde müsade etmedi.  Kolunu kapının kırişine yasladı, geçmesine engel oldu.

"Elini tez dut Gürsün! Yengemgil gelir şimcik!"

'Keşkem!' diye geçirdi Gülsüm.  Nasıl güzel olurdu Ablabacısının gelmesi...  Edepsiz gönlü bir kez bulanmıştı. Durulması lazımdı bunun için de zamana ihtiyacı vardı.

Başını salladı çabuk çabuk.  Oğlan kolunu çekince alal acele kaçarcasına çıktı kapıdan.  'Eroğlu gızdırmaya gelmez,' derdi rahmetli ebesi. Daha fazla kızdırmaktan korkuyordu.  Avluya çıktığı an derince nefes çekti ciğerlerine.  Bu biraz iyi hissettirmişti kendini. Ucunda ölüm olsa ne çareydi? Hem korkunun ecele faydası var mıydı?  Aklını da cesaretini de toplamak zorundaydı?

Her adımında derince nefesler çekti içine.  Kazanın başına gelince durdu.  Etrafına kısacık baktı.  Her şey olması gerektiği gibiydi.  Kazlar gölette yüzüyor,  culuklar yine aylak aylak avluda sürü halinde dolaşıyordu.  Tam olarak o hayvanlara güvenemese de şimdilik göz önündeydiler.  Usulca tası kaynar suya daldırdı, helkileri doldurdu.  Her adımı yüreğini titretti.  Eve girdiği an bir kabulleniş ufaktan kendini belli eder olmuştu.  Bu duruma kendisi bile şaşkındı ama korkusu hat safhadaydı.  Yatalgasının önüne geldiğinde yüreğinin atışları hızlandı.  Öyle ki dışarıdan duyulabileceğini bile düşünmeden edemedi.  Bir kaç kez derin derin nefes aldı sonra ayağıyla kapıyı ittirip açtı kapıyı.  Halil'i sandığın kenarına emaneten oturmuş beklerken görünce eli ayağına dolaştı.  Neredeyse suları dökecek gibi oldu amma Halil atik davrandı.  Uzandı aldı helkileri elinden. 

"Yanmadın değel mi?" Helkileri musluğun kaşına koydu.  Üstlerine de kapaklarını örttü.

"Yoh," dedi utana sıkıla.

Anladım dercesine başını salladı Halil. Dışarı çıktı.  Ardından kapı kapanma sesleri geldi.  Avuçları terliyor,  vücudu alev almış gibi yanıyordu Gülsüm'ün.

Çabucak geri döndü Halil. 
Odanın ortasına doğru ilerledi ağır adımlarla.  Küçücük pencereyi örten kalın örtüyü iyice çekip örttü.  Loş aydınlık da kaybolmuştu şimdi. 

"Soyun," dedi.  Sesi ne sertti ne de yumuşak...

Gülsüm dal gibi titredi.  Konuşmak, itiraz etmek istedi dili hareket etmedi.

"Gursün, soyun dedim!"

İkinci komutta parmakları itaatkar bir şekilde urbalarının üzerinde hareket etmeye başladı.  Zamanla gözleri karanlığa alışmaya başladı. Odanın ortasında iki silüetten ibarettiler.  İçlikleriyle kalınca Halil yaklaştı ona.  İki eli önünde birleşik bir şekilde çekinerek duruyordu.  Bu anın bu kadar zor olabileceğini hiç düşünmemişti. Oğlan yaklaştıkça yüreği dört nala koşan atlar gibi atıyordu.

Oğlan durdu önünde hiç acelesi yokmuş gibi içtiğinin eteklerinden tuttu,  usulca kaldırdı.  Göğüs hizasına gelince Gülsüm, durdurmak istedi ama buna müsade etmedi Halil.

"Kaldır ellerini Komeç Çiça!"

Anında kollarını havaya kaldırdı...

Bir Kara Sevda Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin