27. Bölüm; MECRUH

632 40 1
                                    


Cvrtoon, Güzel Aşık
Cem Adrian, Zincir
Çağan Şengül, 22

~27| MECRUH

🔱

Hakkıdır hakka tapan, milletimin istiklal.

🦅

Ömür dedikleri sığarmış bir ana Göğsümde uyudun ya, dur zaman, uyu dünyam

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Ömür dedikleri sığarmış bir ana
Göğsümde uyudun ya, dur zaman, uyu dünyam...

Vera Doğan

Hastane koridoru bana hep ölümün soğuk nefesini andırmıştır. Ameliyathanelerin önünde beklenilen o saatler o kadar zordur ki, insan buz gibi olur.
 
Ve ben şuan bu koridorda ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyorum.
 
Ameliyattanım önünde ki koltuklardan birine oturmuştum. Öne doğru eğilmiş, dirseklerimi dizlerime yerleştirmiştim. Ellerimde hâlâ kanı dururken kendime gelememiştim bir türlü. Gözlerimin önünde son hali vardı, gitmiyordu.
 
Dudaklarının soğukluğu hâlâ dudaklarımın üstündeydi. Saçlarımı çekiştirdim sinirle. “Aptal! Aptalsın kızım sen!” Ellerimi biri tuttu, çekti saçlarımın üzerinden. Göktuğ yanıma oturup kolunu omzuma attı, beni kendine çekti.
 
“Vera,”
 
“Göktuğ neden böyle oldu?” burnumu çektim kabaca. “ben nerde hata yapıyorum onu da bilmiyorum. Her elimi attığımı kurutuyorum.” Ellerimi açıp dizlerime vurdum sertçe. “Ne var bu ellerimde benim! Neden bu kadar uğursuz bunlar?” Kendi kendime kızarken avuç içlerimi de dizlerime vurmaya devam ediyordum.
 
Göktuğ tuttu ellerimi. Dudaklarını bastırdı avuç içlerime.
“Deme öyle. Uğursuz olur mu hiç ellerin. Aksine elinin değdiği her şey güzelleşiyor.” Başımı iki yana salladım.
“Hayır hayır, baksana Göktuğ.” Yutkundum. Kendimde değil gibiydim. Sanki her şey bir film şeridinden geçiyordu, o kadar hızlıydı her şey.
 
“İlk önce o. Şimdi Alparslan. Göktuğ ben neden yapamıyorum? Hayatımda ki herkese zarar vermek zorunda mıyım?” ellerimi dizlerime geçiriyordum sert bir şekilde. “Vera, kendine gel!” Kaşlarını çatmıştır şimdi o. Yüzüne bakamıyorum çünkü gözünün önünde Alparslan’ı öpmüştüm. İşaret parmağı çeneme kondu ve beni kendine çevirdi.
 
“Bana bak, gözlerini benden kaçırma. Sen kötü bir şey yapmadın. Sana defalarca ne dedim ben,”
 
“Ölenle ölünmüyor.” Dedik aynı anda. “O yüzden hayatına bakmak zorundasın. Kaç senedir acını çektin  zaten bir tanem daha fazla kendini üzme. Emin ol,” dediğinde işaret ve baş parmağı arasına kulak memesini çekiştirdi. “Allah korusun sana bir şey olsaydı Gökalp’de aynısını yapmaya çalışırdı.” Kaşları havaya kalktı beklentiyle. Başımı salladım. Göktuğ bana burukça gülümsedi ve kendine çekti.
 
Kafamı göğsüne yasladığım sırada koridorda Vedat amca ve Asuman hanım belirdi. Bu kadında beni iten bir şeyler vardı ama ses edemezdim şuan. Vedat amca önümde durdu, dizlerimin önünde eğildi. “Vera,” kızarık gözlerinden bir damla yaş aktığında kendimi tutmayı bırakıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Göktuğ yanımdan kalkıp Vedat amcaya yer verdi.
 
“Vera, bir şey de Allah aşkına.”
 
“Bilmiyorum, nasıl olduğunu bilmiyorum. Kimse bir şey söylemiyor.” Ellerimi yüzüme kapattım. “Bilmiyorum. Allah kahretsin hiçbir şey bilmiyorum." Kısık sesle mırıldandığım şeyleri kimse duymadı. Kendime gelmem gerekiyordu, onun için. Elimi yüzümden çektim. Parmaklarımla gözümün altında biriken yaşları temizledim, ayağa kalktım. Tam karşımda sırtını duvara yaslamış olan Göktuğ ile göz göze geldim. Bana gülümseyerek bakıyordu.
 
Başımı eğdim, geçtim yanından. Alparslan’ın durumunu öğrenmek için. Ameliyathanenin kapısını açıp içeri girdim. Ameliyatı seyretmek için olan yere geçtiğimde benden başka bir doktor daha vardı. Elimi cama yaslayıp içeriye göz attım. Her zaman canlı olan yüzü şimdi solgun ve bitkindi. Dudakları mosmordu. Bir elim camdayken diğer elim dudaklarıma gitti.
 
“Alparslan,” dedim kısık sesle. “Lütfen, lütfen bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyorum. Yalvarırım. Bırakma.”
Gözüm kalbine bağlı olan monitöre kaydı. Kalp atışları düzenliydi, tansiyonu normaldi. Gözlerimi kapatmış alnımı cama yaslamışken yanıma yaklaştı.
 
“Yakınınız mı?” Dediğinde gözlerimi açmadım, cevapta vermedim. Yutkundum. Üstümde alelacele giydiğim beyaz bir tişört ve siyah pantolon vardı. Ellerimi yıkamamıştım, istememiştim.  
 
Duyduğum sesle gözlerimi hızla açıp ellerimin ikisini de cama dayadım. Gözlerim monitörde kaldı. Çizgi dümdüz gidiyordu. Nefesim sıklaştı.
 
“Gidemezsin.” Elimi hızlıca cama geçirdim. “Hiçbir yere gidemezsin.”
 
“GİDEMEZSİN ALPARSLAN, OLMAZ!” Ellerimi cama vuruyor, bağırıyordum. Gidemezdi. O da bırakamazdı.
Belimden tutup çekildim geriye. “Bırak! Gidemez! Gidemez olmaz!” ayaklarımı çırpıyorum, arkamda kim varsa beni bıraksın istiyorum. Ama bırakmıyor. Aksine sıkı sıkı tutuyor. Geri geri çıkarıyor beni oradan.
 
“Herkes gider mi Alparslan?” Dedim kısık sesle. “Herkes gitsin sen gitme.”
 
“Sakin ol.” Dedi arkamdaki kişi. “sakin ol Vera. Sen böyle kendini kaybedersen biz ne yaparız?”  Atalay. Alparslan’ın kan kardeşi Atalay.
Alparslan’ın can dostu Atalay.
 
“Bırak, tamam.” Yavaşça bıraktı beni olduğumuz yerde. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım. Metanetli olmalıydım.  Gözlerimi ovuşturdum. Kendime gelmem lazımdı.
 
Ben Vera Mey Doğan;
Güçlü olmalıydım. Yıkılmamalıydım.
 
Göğsün körük gibi inip kalkarken yanıma abim yaklaştı. Ben onun attığı adımdan tanırdım. Ben küçükken abimle hep dalaşırdık, o beni sinir eder ben de sinirden oturup ağlardım. Çünkü o zamanlar ona gücüm yetmezdi. Babamda yanımıza gelir bir dizine beni diğer dizine abimi oturtup nasihatler verirdi.
 
“Siz kardeşiniz. Biz her zaman sizin yanınızda olamayabiliriz, o yüzden kötü gününüzde veya iyi gününüzde birbirinize destek çıkmalısınız.”
 
Derdi her zaman. Abim o günden sonra her zaman benim yanımda olmuştu. İyi ki vardı. Kolunu omzuma attı ve kendine çekti. Başımı göğsüne yasladım. O da yanağını saçlarıma yasladı. “Babam da gelecekti ama işi çıktı karargahta.” Başımı salladım usulca.
 
Ağladığım için akan burnumu çektim. Abim hafif gülerek “Sümüklü.” Dediğinde gözlerimi devirdim. “Peh.” Dedim sinirle. Şu halde bile benimle uğraşabiliyor, yüzümde ufacıkta olsa bir gülümseme oluşturuyordu.
 
“İyi olacak, merak etme.” Yanağını saçlarıma sürtüp “Hem o ibne seni bizden almadan hiçbir yere gitmez. Onda öyle bir göz yok.” Başımı kaldırdım göğsünden.
 
“Ya abi ya!” ellerini ceplerine soktu. Yüzünde muzip bir ifade vardı. “Ne? Doğru değil mi kızım. Pezevenk karşıma çıkıp seviyorum derken iyiydi. Görsün bakalım bu saatten sonra.” Kaşlarımı çattım. Alparslan abimle mi konuşmuştu. Yok artık. İyi de neden?
 
“Abi,” dememe kalmadan kesti sözümü. “Şşş sonra aranızda konuşursunuz siz.” Başıyla işaret verdi. “Hadi sen bir git hava al.” İtiraz edeceğim sırada gözleriyle uyardı beni. “Hadi yavrum, çok konuşma.”
 
Bir şey demeden arkamı döndüm, koridorun sonuna doğru yürümeye başladım. Asansörle aşağı indiğimde direkt bahçeye çıktım. Banklardan birine oturmak yerine hastane bahçesinden çıktım ve taksi bakınmaya başladım. Arkamı dönüp hastaneye baktım, “Söz veriyorum seni bekletmeyeceğim. Hemen yanında olacağım.”
 
 
Taksiye binip mezarlığın adresini verdim. Biraz dertleşmeye ihtiyacım vardı. Taksi kısa süre içinde mezarlıkta durduğunda parayı ödeyip indim arabadan. Çeşmeden bidona su doldurup yürümeye devam ettim. Çok geçmeden gelmiştim zaten. Bidonu hemen yanıma bırakıp mermerin ucuna oturdum.
 
Elimi mezar taşının üzerine atıp okşadım.
 
Gökalp Çağlayan.
 
Şehit Kıdemli Üsteğmen Gökalp Çağlayan.
 
Diğer elim toprağında ki çalı çırpıyı toplarken konuşmaya başladım. “Nasılsın, iyi misin?”
 
“Bende iyi olmaya çalışıyorum Çağlayan. Tam toparladım derken her şeyi yine tepetaklak oldu. Neden böyle oluyor Gökalp. Her elimi sürdüğüm neden kuruyup gidiyor."
 
Çöpleri kenara bırakıp suyu aldım bu sefer elime, döktüm toprağına. “ hep derdin ya bana. Toprağıma çiçekler ek. Boş kalmasın toprağım diye. Çok sonrada  öğrendim ki benim kokumdan,” Hıçkırdım. “Kokumsuz uykuya dalamıyormuşsun.”
 
“Bende bol bol istediğin çiçeklerden aldım.”
 
“Sen bana hep siyah gül getirirdin. Çok sonra öğrendim ki, siyah gül ayrılık demekmiş.” Hıçkırdım, gözümden akan yaşları sildim. “Çok yorgunum. Düşersem nasıl kalkacağımı bilmiyorum. Bana yardım etmen lazım.”
 
“Seni gerçekten özledim. Her şeyden önce sen benim en yakın arkadaşımdın Gökalp. Küçüklüğümden beri vardın nerdeyse. Ve en yakın arkadaşımı kaybettim.” Burnumu çektim. “Of. Ağlamayacaktım, yine ağladım. Sakın üzülme, sen üzülünce bende üzülüyorum biliyorsun.”
 
Siyah gül demetinden bir tane gül çıkardım. Toprağına koydum. “Her şey üst üste geliyor. Ben birini daha kaybetmek istemiyorum, lütfen. Onunda mezarına gelmek istemiyorum sarışınım.”
 
Bir daha gidene kadar konuşmadım.  Sustum sadece. Yanımda getirdiğim çiçekleri ektim usul usul toprağına. İçime çeke çeke kokladım toprağını. Bir saatin ardından kalktım yerimden, okşadım mezar taşını.
 
“Görüşürüz Çağlayan.”
 
Hep aklımda,
Hep kalbimde.
 
Arkamı döndüm, çıkışa giderken dudaklarımdan bir fısıltı çıktı.
 
Seni seviyorum arkadaşım. Çok.”
 

İRTİBAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin