Hena, gece yarısına kadar baygın kaldı. Gül, arada onu hafifçe sarsarak uyandırmaya çalışsa da Hena uyanmamıştı, belki de kafasına yediği darbe çok güçlü olduğu içindi. Gül hala yaptığından pişmanlık duysa da, Hena'nın baygın kaldığı süreyi olabildiğince verimli geçirmeye karar verdi.
Önce, gözetmen büyücüleri dikkatle seyretti. Büyücüler kendi aralarında tek kelime konuşmadılar, birbirlerine bakmadılar ve devamlı etrafı seyrettiler. Hepsi de çok sıkılmış gibi görünüyordu. Gül, onların nasıl davrandığını görmek için, tehlikeli olduğunu bile bile, minik bir taşı siyah sisin içine, onların olduğu tarafa doğru attı. Büyücüler anında taşın düştüğü yere baksalar da hiçbiri ne saldırmak ne de neler olduğuna bakmak için hamle etti. Görünüşe bakılırsa aralarında görev değişimi olmuyordu ki bu da büyücülerin neden bu kadar sıkılmış göründüğünü açıklıyordu.
Ayrıca Gül, büyücüler hakkında bildiği bütün bilgileri zihninde bir araya getirdi. Eğer daha önce planladıkları gibi hareket edeceklerse Gül büyücü kılığına girecekti, bu yüzden neler söyleyeceğini ve yapacağını bir senaryo yazarcasına planladı. Gerçek büyücülerdeki gibi bir asası yoktu, bu da onu hem savunmasız hem de şüpheli bir büyücü haline getirecekti. Saklandıkları kayadan çok uzaklaşmadan ve siyah sise çok girmeden ağaç dalları topladı, ardından aralarından en asaya benzeyeni alarak ceketinin cebine koydu. Onu yontması gerekiyordu ama bunun için Hena'ya ihtiyacı vardı çünkü yanında onu yontmak için bıçak yoktu. Ayrıca Hena'nın sihrinin onun elle yapacaklarından daha iyi iş çıkaracağından emindi.
Hava yavaş yavaş kararırken Gül, Hena'yı yine uyandırmaya çalıştı. Onu hafifçe sarstı. Bunun pek bir etkisinin olmayacağını biliyordu ama yeniden Hena'nın canını yakacak bir şey yapmak istemiyordu. Neyse ki, bu son denemesinden yaklaşık üç saat sonra Hena gözlerini araladı. Fark ettiği ilk şey, başının çok ağrıdığıydı.
"Aah..." diye homurdanarak doğruldu. Aniden bir el ağzını kapattı. Hena tamamen doğrulduğunda Gül'ün telaşlı yüzüyle karşılaştı.
"Sessiz ol! Yakalanmamızı mı istiyorsun?" Ardından elini çekti ve biraz mahcup bir tavırla "İyi misin?" diye sordu.
Hena, kafası karışık bir şekilde başını salladı. Neredeydiler? Ne olmuştu? Herhalde bu sorular yüzünden okunuyordu, Gül hemen cevapladı.
"Siyah siste biraz... Şey, yani kabus gördün. Kabusun içinde kayboldun. Seni... bayıltmak zorunda kaldım."
Hena kaşlarını çatarak "Bayıltmak mı?" diye sordu. Elini başına götürdü ve ağrıyan yeri buldu. Ardından gözlerini kapatıp sihirle orayı iyileştirmeye başladı. Bu sırada Gül, kendini savunurcasına "Zorundaydım!" dedi. "Ağlıyordun. Üzgündün. Başka ne yapabilirdim ki?"
Hena, ağrı tamamen gidince sihri bitirdi ve elini indirip Gül'e baktı. "Neden Gezi'den bayıltma sihri yapmasını istemedin? En azından daha az acırdı."
Gül'ün bakışlarından, o an bunu düşünmediğini anladı. "Kitaplarda hep böyle oluyordu." Diye mırıldandı.
"Bence biraz daha özgün olabilirdin." Dedi Hena ve etrafına bakındı. "Neredeyiz?" diye sordu.
"Büyücülerin yaşadığı yerin biraz uzağında. Gezi gitmeden önce bize görünmezlik sihri yaptı ama hala devam ediyor mu bilmiyorum."
Hena'nın aklına yaptıkları anlaşma geldi. "Peki ne istiyormuş?"
"Balık."
"Balık mı?"
"Evet. Sadece bir tane de değil, bütün kanatlı kedi nüfusunu doyuracak kadar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Hena
FantasyHena, başını kaldırıp karşısındaki kıza baktı. "Kimsin sen?" diye sordu şaşkınlıktan titreyen sesiyle. "Ben..." diye başladı kız. Kahverengi kısa saçları yaz meltemiyle kıpırdıyordu. "Ben, çoğu kişinin tanımadığı birisiyim." "Ne demek istiyorsun?"...