BÖLÜM 5: Başka Bir Yazar

28 2 2
                                    

          Elimde kalemle, öylece kaldım. Oysa daha saniyeler önce hızlı hızlı yazıyor, zihnimdekilerin kâğıtta somut bir halde görünmelerine izin veriyordum. İlham böyle bir şeydi işte: geldiği hızla giderdi ve gittiği zaman sizi bomboş ve çaresiz bırakırdı.

Önümdeki deftere baktım. Bastırarak yazdığımdan tükenmez kalemimin mavi mürekkebi dağılmıştı. Yine de okumamı engellemiyordu. Dört bölümü soluksuz yazmıştım, ilhamımsa gitmek için yanlış zamanı seçmişti. Hena'nın eğitim görmesi, filmlerdekini aratmayacak bir dönüşüm geçirmesi gerekiyordu ama uygun kelimeleri bulamadığımdan bu fikir yalnızca zihnimde durdu.

İç çekip sıradaki cümlemi yazmak için düşünürken kalemimle masanın kenarında tempo tuttum. Bazen gözlerim önümdeki panoda duran, ödevlerimi veya daha önceden gelen birkaç ilginç fikri hatırlatan notlarıma kayıyordu. Ne yazık ki notlarım bu durumda bana yardım edemezdi. Tek kelimeyle tıkanmıştım.

O sırada ilginç bir şey oldu. Elimde duran ve onunla tempo tuttuğum kalem bir anda ısındı. Çok sıcak değildi, daha çok elleriniz üşüdüğünde ve onları ateşe tuttuğunuzda hissettiğiniz o tatlı sıcaklıktandı. Kalemi inceledim. Az önce normal bir tükenmez kalemdi. Griydi, kırtasiyeden almıştım. Ama şimdi kalemin gövdesi saydamlaşmıştı. İçindeki mürekkep dolu bölümü görmeye çalıştım ama gördüğüm tek şey dumanlardı. Siyah dumanlara açık sarı dumanlar eşlik ediyordu. Sanki kalemin içinde minik bir yangın çıkmıştı. Ben şaşkınlıkla dumanlara bakarken siyah ve sarıların arasında başka bir renk gördüm. Ya da belki de bana öyle geldi, bilmiyorum çünkü bir saniyelik göründü, ardından gitti. Ve kalem, gözlerimin önünde titremeye başladı. Onu tuttuğum için benim elim de titriyordu. Ardından elim birkaç santim havalanıp defterin üzerinde durdu. Şaşkınlık dolu bir nida atarken elimi oynatmaya çalıştım ama elimi hissetmediğimi fark ettim. Sanki önümde, defterin üzerinde duran el benim değildi. Ona sol elimle, boşta kalan elimle dokunmaya çalıştım ama kalemi tutan elim bir anda kalemin içindeki siyah ve sarı dumanlarla kaplandı. Bir çığlık attım ve ayağa kalktım. Geri geri gidip elimi defterden uzaklaştırmaya çalıştım ama nafile... Anladım ki elimi kurtaramayacağım, onun ne yaptığını izlemeye başladım. Belki de bu, başka dünyadan birisinin bana gönderdiği bir mesajdı.

Aniden elim, kalemi sıkıca kavradı ve yazmaya başladı. Elim ve dumanlar yüzünden göremiyordum, bu yüzden yalnızca izledim. Elim de aynen benim gibi hızlı yazıyordu, sanki sadece sağ elime ilham perisi gelmiş gibiydi.

Sağ elim uzunca bir süre yazdı. Bu süre zarfında ben de onu çekip yazmasını engellemeye, iterek defter sayfalarının sınırları dışına çıkarmaya ve üfleyerek dumanları söndürmeye çalıştım. Hiçbiri işe yaramadı. Çaresizce iç çekerek oturdum ben de sandalyeme, onu izledim. En sonunda elim durdu. Öylece kaldı ve bana dakikalar öncesini hatırlattı. Ardından elimdeki dumanlar sanki birisi üflemiş gibi yan yatıp söndü. Ve ben sonunda elimi hissetmeye başladım. Kalemi zehirli bir şeymiş gibi masamın ucuna fırlatıp elimi inceledim. Hiçbir şey yoktu. Son birkaç dakika hiç yaşanmamış gibi duruyordu. Ne bir is ne de bir yanık gördüm. Elimin tek parça olduğundan emin olduktan sonra deftere baktım. O da aynı şekilde dumandan etkilenmemiş gibi görünüyordu. Sayfalar yine beyazdı. Defteri elime aldım ve sağ elimin yazdığı yazıları gördüm. Hemen benim yazım olmadığını fark ettim. Ben, hızlı yazdığım zaman çok kötü yazardım. Ama elimin az önceki hızına kıyasla bu yazı neredeyse mükemmeldi. Küçük ve sola doğru hafif eğik bir yazı stili vardı. Başkasının yazdığı belliydi. İyi de kim yazmıştı ki bunu?

Merakıma yenik düşüp elimin yazdıklarını okumaya başladım. İlk başta güzel gidiyordu ama sonuna geldiğimde ağzım dehşet içinde açılmıştı. Hayır, diye düşündüm. Buna izin veremezdim. Bu benim hikâyemdi ve bu hikayenin yazarı bendim. Bu yüzden ben ne istersem o olurdu. Sayfaları yırtmak istedim ama sayfaları ne kadar sert çekersem çekeyim yırtılmıyordu. Birkaç sefer denedim ama yırtılmadılar. Neler oluyordu böyle? Masama bakınıp kalemimi aradım. Ardından onu bir köşeye fırlattığımı hatırladım.

Kolumu uzatıp onu aldığımda artık eskisi gibi görünmediğini fark ettim. Gövdesi gri rengine geri dönmüştü. Ama bu sefer içindeki siyah ve sarı dumanlar dışarıya çıkmıştı. Artık eskisi kadar çok değildiler, kalemin orasından burasından ince birer ip misali çıkıp biraz yükseldikten sonra havaya karışıyorlardı. Tek değişiklik bu da değildi, kalemi elimde hareketsiz tuttuğumda belirli aralıklarla çok hafif titriyordu. Sanki kalemin içinde minik bir kalp vardı. Sanki kalem canlıydı.

Merak edip boş bir kâğıda bir şeyler karaladım. Mavi mürekkep ilk başta normal bir şekilde kâğıtta durdu. Ardından, sanki görünmez bir silgi tarafından siliniyormuş gibi yok oldu. Kaşlarımı çatıp defteri önüme aldım. Beğenmediğim satırların üstüne karalayıp çizdim. Yine aynısı oldu: mavi mürekkep sevmediğim satırları bir süre örttü, ardından yok oldu.

Görünüşe bakılırsa, bunları yazan kişi yazdıklarının kalıcı olması için bütün önlemlerini almıştı. İyi de kim benim hikayeme dahil olup bunları yazmıştı? Ayrıca yazmakla kalmayıp silinmemesi için bütün her şeyi düşünmüştü?

Aslında hikayeye dahil olup bunu yapanın kim olduğunu öğrenmeye çalışabilirdim. Bunun anlamı macera demekti. Garip bir histi aslında: daha önce silip süpürdüğüm macera romanlarındaki gibi bir macera yaşamak...

O zaman iki seçeneğim vardı: ya burada kalacak ve hikayeme bunlar hiç olmamış gibi devam edecektim (ki bu seçenekte, aynı şeylerin yine yaşanma riski vardı) ya da hikayeme dahil olup romanlardaki gibi bir macera yaşayarak az önce hikayeme burnunu sokan kişiyi bulmaya çalışacaktım. Bir süre düşündüm. Zor bir karardı. Etrafıma baktım. Köşedeki kütüphaneye, dibimdeki yatağa, önümdeki masaya, karşımdaki duvarda duran mantar panoya ve en sonunda sayfaları açık duran deftere baktım. Hafif aralık bıraktığım kapıdan gelen rüzgar, defterin sayfalarını kıpırdatıyordu. En sonda yazan satırları yeniden okudum:

"Kararlı bir şekilde saçındaki, annesinin ona hediye ettiği tokayı çıkardı ve onu yere, annesinin yanına bıraktı. Ardından doğruldu ve eliyle saçını karıştırarak örgüsünü bozdu. Bir daha örmesine gerek kalmayacaktı.

Hena sertçe kaşlarını çattı ve önündeki büyük maceraya, çığlığın geldiği tarafa doğru ilk adımını attı.

Yakında yazarla tanışacağından haberi yoktu."

En sondaki "yazar" ifadesini daha önce fark etmemiştim.

"Yakında yazarla tanışacağından haberi yoktu." diye mırıldandım son cümleyi.

Yazar...

Yazar?

Benden mi bahsediyordu?

Cümleyi tekrar okudum. Evet, "yazar" kesinlikle ben olmalıydım. Ben neden yardım istiyordum ki? Tam da o olay gerçekleşmişken üstelik...

Bir saniye, ben neden hikâyedeydim?

Aniden şaşkınlıkla bağırdım. Anlamıştım. Bana iki seçenek sunulmamıştı. Tek bir seçenek vardı ve onu seçmem için zorlanıyordum.

Hikayeye dahil olup olmamam konusunda düşünmeme gerek yoktu.

Ben çoktan hikayeye dahil olmuştum zaten. 

Ben HenaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin