Hena ve Zümrüt, eve rüzgar hızında koştular. Okuldan babaları sayesinde izin alabilmişlerdi. Bu çok güzel bir şeydi çünkü Hena ve Zümrüt anneleri Peri'yle bolca zaman geçirmek istiyorlardı. Ayrıca annesinin bu sürpriz erken gelişiyle Hena birkaç dersi de kaynatmıştı. İki kardeş annelerini bir aydır görmüyorlardı. Hena, onun burada en az iki ay kalmasını umuyordu. Böylece onunla bolca vakit geçirebileceklerdi.
Güneş en sonunda o parlak yüzünü gösterdiği için köyün bakkal ve marketleri açılmıştı. Hena, köyün yanından koşarken Sihirsizlerin seslerini duydu. Bazıları izledikleri maçı tartışıyordu ("Adam haksız yere sarı kart yedi. Yoksa şimdi biz yenmiştik."), bazıları dedikodu ediyordu ("Yan komşunun kızı dün şu elbiseden almış ama üstünde çok çirkin durmuş.") bazıları ise malını satmaya çalışıyordu ("Gel, gel, gel! Taze marullar burada! Bedava bunlar, bedava!"). Hena, buradaki gürültüyü fazla buluyordu. Ne vardı herkesin sessizce işlerini yapmasında? Yan komşuda olanlar neden onları ilgilendiriyor, maç çoktan sonuçlanmışsa tartışıyorlardı? Neden marulların taze veya ucuz olup olmadığını bağırarak ilan ediyorlardı? Merak eden birisi varsa gelip sorabilirdi, bunu marula ihtiyacı olan veya olmayan herkese duyurmaya ihtiyaç yoktu. Hena Sihirsizlere ne kadar baksa, o kadar kafası karışıyordu. Her yeni şey, onun için soru kaynağıydı. Bu soruları annesine sıraladığında annesi "Sahildeki kum tanesi kadar çok sorun var. Onlar hayatta kalmayı başarmış, sorgulamanın ne alemi var?" demişti.
İki kardeş sonunda eve vardıklarında Hena düşüncelerinden sıyrıldı. Zümrüt kapıyı tıklatmak için elini kaldırdıysa da Hena onu durdurdu.
"Sürpriz yapalım mı?" diye sordu ağzını oynatarak. Zümrüt başını salladı ve Hena elini kapı koluna uzattı. Gözlerini kapatın sihri hissetmeye çalıştı ama daha önceki sihirden ve uzun bir yolu koştuktan sonra çok yorulmuştu. Birkaç kere deneyip de yapamayınca Zümrüt elini kapı koluna uzattı. O, sihir konusunda Hena kadar iyi değildi. Hatta sihri pek becerebildiği de söylenemezdi. Bu yüzden Sihir dersinden hep zayıf alırdı.
Zümrüt gözlerini kapatıp içindeki sihre odaklandı. Birazını toplayıp ellerine, oradan da kapı koluna yönlendirdi. Sihir ona uydu ve içeriye dalıp kapının diliyle oynadı. 'Klik' sesi gelene kadar Zümrüt elini kapı kolunda dolaştırdı. En sonunda kapı açıldı ve Hena gülümseyerek içeri girdi. Zümrüt de arkasından sessizce ilerledi. Hena, ardından kapıyı sessizce kapatan Zümrüt'ü duydu. Beraber holde parmak ucunda ilerlediler ve Hena, en önde olduğu için, salonda oturan anne ve babasını gördü. Annesinin sırtı dönüktü ve babasının yüzü onlara dönüktü. Onları fark etmemiş gibiydiler. Aralarında fısıltıyla konuşuyorlardı. Hena durdu ve ne konuştuklarını merak etti. Arkasındaki Zümrüt onun omzuna dokundu ve soru sorarcasına baktı. Hena salonu işaret etti. Zümrüt bir an ne olduğunu anlamadığı için boş gözlerle baktı. Salondan gelen fısıldaşmaları duyunca Hena'nın ne istediğini anladı ve itiraz etmek için ağzını açtı. Hena başını iki yana salladı ve yeniden salona doğru döndü. Söylediklerine iyice kulak kabarttı.
"...için teşekkür ederim." dedi annesi.
"Ne için yaptığını anladım ve bence doğru olanını yapmışsın." diye yanıtladı babası.
"Yine de Hena için endişeleniyorum. Sence bunu kaldırabilir mi?" Hena, kendi adının geçmesine şaşırarak daha iyi duyabilmek için bir adım atarak salona yaklaştı.
"O güçlü bir kız. Ben yapabileceğine inanıyorum. Ayrıca, yalnız olmayacak ki." Hena, Zümrüt'ü düşündü. Annesinin bahsettiği şey her neyse Zümrüt'le beraber olacağını hayal etti.
"Umarım başarır."
"Umarım."
Bu sözlerden sonra havadan sudan konuşmaya başladıklarında, Hena içeriye girip "Selam!" dedi. İkisi de Hena'ya ve arkasından gelerek şaşkınlığını gizlemeye çalışan Zümrüt'e baktı. Hena, annesinin gözlük camlarının ardındaki mavi gözlerini, gül kurusu gözlüğünü ve gülümseyen yüzünü gördüğünde her şeyi unutup onun kollarına koştu.
"Anne!" diye bağırdı ve annesine sımsıkı sarıldı. Bir süre sonra hem ona hem de annesine sarılan Zümrüt'ü hissetti. Anneleri eliyle ikisinin de başını okşadı. Bir süre böyle kaldılar. Ayrıldıklarında, Hena ve Zümrüt anneleri Peri'nin iki yanına yerleşti. Hena babasına baktığında onun dalgın dalgın onlara baktığını fark etti.
"Eee... Anlatın bakalım, bugün neler yaptınız?" diye sordu anneleri gülümseyerek.
Hena okulda yaşadıklarını anlatırken hem annesi hem de babası çok şaşırdı.
"Hena, sadece bir ders saati okuldaydın ve o kısacık anda bunları yapmayı nasıl becerdin?" diye sordu babası.
"En azından Sihirler dersinden tam not aldım." dedi Hena çabucak.
"Her zamanki gibi." dedi annesi. Nedense bu olay onu eğlendirmiş gibiydi.
Ardından Zümrüt Dönüşüm dersinde nasıl baykuşa dönüştüğünü anlattı. Her şeyi doğru yaptığını sanmıştı ama kanatlarından bir tanesi hem tüysüz hem de kanattan çok insan eline benzediği için kırık not almıştı. Hena, göreve giderken peçeli baykuşa dönüşen annesini hatırladı. Kendisi ise hayranı olduğu Anka kuşuna dönüşmeyi tercih ediyordu. Sihirli Yaratıklar dersinde Anka kuşlarının çok dayanıklı ve güçlü olduğunu öğrenmişti. Küllerinden doğması onu hayran bırakan başka bir şeydi tabii ki ama kendisi Anka kuşuna dönüştüğünde bunu yapamazdı. Birincisi, o kadar yaşlanacağını zannetmiyordu. İkincisi ise, bunu yapabilecek kadar sihir sahibi değildi. Elbette, büyüdüğünde sihri artacaktı ama küllerinden doğacak kadar ileri gidebileceğini düşünmüyordu. Sihirbazların tarihini öğrendiğinde bunu becerebilen birkaç sihirbaz görmüştü ama bu sihirbazlar ya çok yaşlı ve sihir yönünden güçlü oluyordu ya da başka bir yerden sihir takviyesi yapıyorlardı.
"... ne dersiniz?" Hena irkilerek annesine döndü.
"Üzgünüm, dalmışım. Ne dedin?"
"Beraber şu Sihirsizlerin icadını deneyelim diyordum. Ne dersin?" diye tekrar etti annesi.
"Nasıl bir şey?"
"Paten diyorlar. Ayakkabı gibi ama altlarında tekerlekler var. Gördüğüm kadarıyla çok eğlenceliymiş." Annesi gülümseyerek Hena'ya baktı. Onun Sihirsizlerin icatlarını saçma bulduğunu biliyordu.
Hena omuz silkti. "Belki olabilir. Beraber vakit geçirmek güzel olacaktır." Ardından ekledi: "Ne kadar kalıyorsun?"
Annesinin gülümsemesinin donmasından Hena pek fazla kalmayacağını anladı.
"Ne kadar?" diye sordu boğuk bir sesle.
"Dört gün." dedi annesi mırıldanarak.
Zümrüt'ün ve Hena'nın ağzından birer şaşkınlık nidası çıktı.
"İyi de bu çok az!" diye bağırdı Zümrüt. "Neden bu kadar az kalıyorsun?"
"Şimdiki görevim böyle uygun görüyor da ondan." Dedi anneleri.
Hena en sonunda patladı. "Görevler, görevler, görevler! Senin yüzünü görevler yüzünden göremiyoruz. Bizimle olacağın zamanda başkalarına yardım ediyorsun. Sihirsizlere hem de, SİHİRSİZLERE!"
"Hena, sakin ol." dedi Zümrüt yavaşça.
"HAYIR!" diye bağırdı Hena. "Görevlerde her ne yapıyorsan bize hiç ANLATMIYORSUN! Gözlüğünü bile hiç çıkarmıyorsun, anne, ve senin yüzünü bile bu görevler yüzünden GÖREMİYORUZ!" Hena bağırmaktan nefes nefese duraksadı, kimseyle göz göze gelmeden arkasını döndü ve odasına doğru gitti.
Zümrüt de Hena'nın peşinden gitmek için ayağa kalktı. Ama gitmeden önce durdu ve annesine döndü. "Görevlerde her ne yapıyorsan açıklamak zorunda değilsin. Ben sana güveniyorum. Yine de Hena haklı anne, yüzünü göremiyoruz. Bu yüzden senden tek ricam bizimle biraz daha kalman." Ardından o da arkasını döndü ve Hena'nın peşinden odalarına gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Hena
FantasyHena, başını kaldırıp karşısındaki kıza baktı. "Kimsin sen?" diye sordu şaşkınlıktan titreyen sesiyle. "Ben..." diye başladı kız. Kahverengi kısa saçları yaz meltemiyle kıpırdıyordu. "Ben, çoğu kişinin tanımadığı birisiyim." "Ne demek istiyorsun?"...