AH U ZAR
Belinin ağrısıyla uyandığında seccadesinin üzerinde uyuyakaldığını fark etti Hatice. Sabah namazını kıldıktan sonra tespih çekerken başını secdeye koymuştu en son hatırladığı. Dua etme faslına geçmeden, galiba tespih çekmeyi bile bitiremeden sızıp kalmış olmalıydı. Belini tutarak zorla kalktı yerden. Beli, boynu, sağ kolu her yeri tutulmuştu. Hava ne kadar yaza dönmüş olsa da sabahları ayaz oluyordu yine de.
Son günlerde çok yorgun hissediyordu kendini genç kız. Aslında yorgunluk işten güçten değildi. Gönlü yorgundu kızın. Memlekette hiç iç açıcı gelişmeler yaşanmıyordu. İngilizlerin İstanbul'u on altı ay boyunca zapt etmesi yetmezmiş gibi mart ayında bir sürü Türkün öldürülmesi ve meclisin kapatılmasıyla işgallerini bir de resmileştirmişlerdi.
Yalnızca İstanbul olsa iyi, uzunca bir zamandır İzmir, Manisa, Aydın ve Nazilli'de Yunanlılar tarafından zapt edilmişti. Kaya Amcası ile büyük oğlu Ahmet kasabaya yakınlığı nedeniyle kendi köylerinde toplanan müdafaa-i hukuk cemiyetinin gizli toplantılarına katılıyorlardı. Onların anlattıklarından kendilerini çok daha kötü günlerin beklediğini anlayabiliyorlardı.
İzmir'in işgali sırasında orada yaşayan Rum kızların nasıl bayram sevinciyle Yunan askerlerini karşıladıklarını anlatan Kaya amcasının dediği gibi, şimdiden kendilerini aşağılayan, hor gören kasabada ki Rumlarda Yunan askerinin gelmesi halinde şehrin anahtarını kendi elleriyle altın tepside sunarlardı. Ahmet Ağabeyinin anlattığına göre Rum esnaf, iki lafın arasında Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u almasının ilahi adaletsizlik olduğunu söyleyip duruyor ve Bizans'ın intikamının er ya da geç alınacağını söylüyorlarmış.
Memleketin gidişatı kötüydü kötü olmasına ama anasının hastalığının gidişatı da hiç iyi değildi. Galiba Hatice'yi asıl yoran da buydu. Anası geçen aydan beri iyice kötüleşmeye başlamış, Haziran ayının ortalarında olmalarına rağmen titremeleri artmıştı. Korkuyordu Hatice. Anasının da diğerleri gibi göçmesinden, dünya üzerinde bir başına garip kalmaktan korkuyordu. Nöbetler gelip te anasının çektiği acıları görünce, dünyadan göçmesini hiç istemese de Allah'a anasını azaptan kurtarsın, acılarını dindirsin diye dualar ediyordu.
Ah o nöbetler. Yemeden içmeden kesilen anası iyiden iyiye zayıflamıştı. Kolları ve bacaklarında et namına bir şey kalmamış, bir deri bir kemikten ibaret görünüyordu. Nöbet geldiğinde yaz sıcağında zemheride kalmış gibi titremeye başlıyor, tavada kızaran balık misali yataktan sırtı havalanarak titriyordu. Her nöbetin sonrasında daha da bitkinleşen kadının boğazında takılıp kalmış gibi sesi çıkmıyor, iyice sessizliğe bürünüyordu. Kasabada yaşanan olaydan dolayı, saldırı korkusundan dispanserde kapanmıştı. Doktorları zaten bulamıyorlardı.
Elini yüzünü yıkayıp, ev halkıyla kahvaltısını yaptı. Anasına içirmek için yeni pişmiş mis gibi tarhana çorbasını tasa doldurarak anasın yanına çıktı. Anasının yanaklarının kızardığını görünce zavallı kadının yeni bir sıtma nöbetinin pençesinde olduğunu anladı. İlk nöbet geldiğinde çok korkmuş, evi çığlıklarıyla ayağa kaldırmıştı ama artık biliyordu ki nöbet sırasında anasına hiç kimse yardım edemiyordu. Titremesi artan, dişlerinin takırtısı neredeyse avludan duyulacak olan anasının kızaran yüzüyle titremelerini izlemekten başka bir çaresi yoktu. Mırıl mırıl ettiği dualarla Allah'tan yardım istedi genç kız. Aman dileneceği başka kim vardı ki.
Anasının titremeleri azaldığında alnında biriken boncuk boncuk terden yine ateşin geleceğini kustuktan sonra da yıkanırmışçasına terleyeceğini biliyordu artık. Annesi kusmaya başladığında sırtını sıvazlamaktan ve teneke leğeni önüne tutmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. İlk başlarda anası kusarken onunda midesi bulanıyordu ama artık alışmıştı. Zaten ne yiyordu ki ne kussundu anası. Sade sapsarı su kusuyordu zavallı kadıncağız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Historical FictionYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...