MİKRİ MU
Hatice, o gece bir daha hiç uyuyamadı. Osman'ın varlığını tekrar hissetmek ister gibi elleri kâh dudaklarının üzerinde, kâh fırtınada evin duvarlarına kadar gelip vuran hırçın dalgalar gibi çarpan yüreğinin üzerinde sabahı sabah etti.
Burnunda adamın kokusu, gözlerinde ilk defa bu kadar yakından gördüğü koyulmuş gözlerinin hülyası, kulağında sevdasının delaleti sözleri, dudaklarında hiç silinmeyen çarpık gülüşü ile anlamadı nasıl sabahı sabah ettiğini. Sabâ makamında ki sabah ezanının o huşu veren nağmesini duymasa anlamayacaktı cennet köşkünde değil hâlâ dünyada yaşadığını.
Sabah ezanından sonra odaya yorgun dönen Huriye namaza kalktığını düşündüğü Hatice'nin uyanıklığını yadırgamadan süzüldü yatağına. Hatice kızı kaldırıp ta olan biteni ona anlatmamak için dudaklarını ısırmış, içinin sevinci yüzüne yansıyarak öğlene kadar kuşlar gibi cıvıldayarak yapmıştı işlerini.
Bir tarafı Osman'ın uyanmasını, dün gecenin rüya olmadığını dillendirmesini isterken, öbür yanı yüzüne bakarsa nasıl utanacağını, elini kolunu koyacak yer bulamayacağını hatırlatıyor evden kaçıp gitme isteğiyle dolmasını sağlıyordu.
Mutfakta beraber akşam yemeğini hazırlayan Feride Hanım ile Ayşe Gelin fısıldaşıyor, kızın cıvıltılarını Osman'ın dönüşüne bağlıyorlar, ama delikanlının henüz uyanıp da aşağı gelmemiş olmasına rağmen bu kızın nasıl haberdar olduğunu anlayamıyorlardı. Kızın bulaşıcı neşesi ile onlarda neşe dolu güzel bir gün geçiriyordu. Feride Hanım, Osman'ın ilgisini belli ettiğini ve kızın da bu sebeple neredeyse ilk defa kendi yaşına yakışır şekilde cıvıldadığını düşünüyor ve kalplerinin birbirine ısınmış olduğu sonucuna varıp Rabbine şükrediyordu.
İkindi vakti olduğunda Huriye'de Osman'da daha uyanmamış, can sıkıntısı da, saatler geçtikçe adamın yüzüne utancından bakamayacağına dair inancı da artan Hatice, yengesinden izin alarak Adilelerin evine gitti. Utansa da, Osman'la yaşadıklarını birilerine biraz daha anlatamazsa aşırı mutluluktan patlayacaktı.
Huriye ölüm uykusuna yatmış gibi kalkmıyordu. Ayşe Yengesi her derdine, sevincine ortak olsa da böyle bir şeyi utanır anlatamazdı. Nede olsa eltisiydi, ayıptı yahu. Emine uzaktaydı, zaten anca kendi derdine yanıyordu. Bu durumda Adile'yle bunları paylaşması, kalbinin çarpıntısını anlatması en çıkar yol gibi görünüyordu.
Adile o gün anası ile birlikte çamaşır yıkamış, temizlik yapmıştı. Adile'nin kulağına anlatacakları olduğunu fısıldadıktan sonra, anasından izin almışlardı. Anlatacaklarını kimsenin duymaması için evlerinin arka tarafında bulunan kumsalda, evden uzak deniz kenarında karaya çıkartılmış sandalların olduğu yere oturup konuşmaya başladılar.
Hatice'nin anlattıklarına coşkulu tepkiler veren Adile en son kızın mutluluğuna ortak olarak sımsıkı sarılmış, sonra da bunu kutlamalıyız diyerek, beklemesini söylemiş ve yiyecek, içecek bir şeyler almak için koşarak kendi evlerine gitmişti.
Ömer, Adile ile arkadaşının kumsalda sohbet ettiklerini öğrenmişti anasından. Adile'nin mutfağa girdiğini görünce Hatice'yi nihayet yalnız yakalama fırsatını bulduğuna sevinerek koşar adımlarla kumsala kızın yanına gitti. Deniz kenarında ters çevrilmiş bir sandala sırtını dayayıp oturan kızı görünce keyifle sırıttı. Kız dizlerini kendine çekip sarılmış, çenesini dizlerine dayamış, gözlerini ufka doğru çevirmiş, gülümseyerek çığlık çığlığa bağırarak uçuşan martıları seyrediyordu.
Ömer, kızın yanına gelerek bir kol mesafesi kadar uzağında bağdaş kurarak oturdu yere. Hatice yanındaki hareketlilikle irkilerek kafasını döndürdüğünde, kendisine inci gibi dişlerini sergileyerek gülen, arkadaşının yakışıklı abisini karşısında bulmuş ve şaşırmıştı. Oturuşunu düzelttikten sonra başındaki yemenisine de çeki düzen verdikten sonra gülümsemesine karşılık verdi o da genç adamın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yadigâr
Historical FictionYüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutla...