14-Efsane

105 7 0
                                    

EFSANE

Hatice okuduğu kitabı bitirip, duyduğu sesle irkilerek kafasını kaldırdığında inci gibi bembeyaz dişleriyle sırıtan bir Osman görmeyi hiç beklemiyordu.

Osman zeytinlikte çalışırken ağaçtan yere yuvarlanmış, üzeri çamurlanınca kıyafetlerini değiştirmek için eve gelmişti. Kendi odasının kapısının önünde, çok sevdiği sallanan sandalyede oturup dalgınca kitap okuyan Hatice'yi görmek onun için de sürpriz olmuştu.

Taş plak takılmış, gramofonun iğnesinin tıkırtılarını bile duymayan bu şaşkın kız nasıl kaptırdıysa kendini okuduğu kitaba, birkaç dakikadır başında dikilmesine rağmen fark etmemişti koskoca adamı.

Osman gülümseyerek Hatice'ye doğru eğilirken, genç kız sandalyede oturduğu için adamın kızacağını düşünerek sandalyeden hızlı kalkmaya çalışınca sendeledi. Genç adam yere kapaklanmadan omuzlarından yakaladı kızı. Hatice mahcup bakışlarını yerden kaldıramazken, Osman, kızın utanmaktan kızarmış al yanaklarını görünce, kendine engel olamayarak parmaklarının tersiyle yavaşça dokundu kızın ateş gibi yanan pürüzsüz tenine. Başı öne eğilmiş, bakışları gözlerine bir türlü değmeyen ateş parçasının çenesinden tutup kendine baksın diye kaldırdı yüzünü.

-Hatice, utanılacak bir şey yapmıyorsun. Kaldır başını. Ne okuyordun? Çok dalmışsın, gelişimi duymadın.

Fısıltı gibi çıkan tarazlı, kısık sesiyle cevapladı Hatice.

- Tahir ile Zühre'nin hikayesini okuyordum.

-Nasıl bir hikayeymiş bu?

-Ferhat ile Şirin gibi, Leyla ile Mecnun gibi, Kerem ile Aslı gibi bir hikaye işte.

-Aşk hikayesi yani.

Hatice konuşamamış, kafasın aşağı yukarı sallayarak cevap verebilmişti ancak.

-Ah Küçüğüm. Böyle aşklar yoktur aslında. Bunların hepsi efsanedir. Hayat bu efsanelerde anlatıldığı gibi de değildir. O isimlerini söylediğin bütün aşıkların hikayelerine bakarsan hiçbirinin kavuşamadığını görürsün. Onlar kavuşamadığı için efsane olmuştur zaten aşkları. Kaç tane mutlu sonla biten aşk efsanesi, halk hikayesi duydun. Mutlu sonla bitselerdi efsane olmazlardı zaten. Mutlu son yazsalar ne anlatacaklardı? Birkaç yıl sonra nasıl kavga ettiklerini mi, nasıl birbirlerinin kalbini kırdıklarını, dünyayı birbirlerine nasıl zindan ettiklerini mi?"

Hatice, çenesi hala Osman'ın parmaklarındayken gözleri Osman'ın gözlerinde dikkatle dinliyor, kaşlarını çatmaktan da geri duramıyordu. Osman'ın ağzından kendisini sahiplendiğini gösteren o kelimeyi duyunca, karnından kelebekler havalanmıştı. Keşke kelebeklerin ömrü uzun olsaydı. Zavallı kelebekler sadece birkaç saniye yaşayabilmişlerdi. Osman'ın efsane nutkundan sonra havalanan bütün o kelebekler can evlerinden vurularak düşmüştü karın boşluğuna. Ne yani Osman ilk defa ona küçüğüm diye hitap etmişken şimdi aşık olmadığını, mecburen sevdiğini mi anlatmaya çalışıyordu? Hatice'nin çatılan kaşlarını ve çakmak çakmak parlayan gözlerini görünce devam etti Osman konuşmaya.

-Mevlana der ki; Aşk topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır; ya canın acıya acıya adım atacaksın, ya da canını acıta acıta söküp atacaksın. Her iki yolda da tek bir gerçek olacak; canın çok ama çok acıyacak...!

Hatice'nin çatılan kaşlarının arasını usulca dudakların dayayıp öptükten sonra hızla arkasını dönüp odasına girdi Osman. Hatice öylece kalakaldı yerinde. Az önce ne demişti bu adam. Canını yakacağım mı demişti o? Rüya mı görmüştü yoksa gerçekten alnından öpmüş müydü güzel Osman onu?

yadigârHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin